Dünya Yaşamı Yok oluşa Doğru mu Gidiyor?
Geriye dönüp baktığımızda, Dünya tarihini ve dinî kitapları incelediğimizde görüyoruz ki; Dünya üzerinde yaşam zaman zaman kesintiye uğramış. Çok gelişmiş medeniyetler yok olmuş, onların yerine hayat, sınırlı olarak çok düşük seviyeden yeniden başlamış. Bu döngü Dünya’da seyrek de olsa yaşanmış. Bu kesintiler bazen küresel (global) düzeyde, bazen de bölgesel düzeyde olmuş.
Küresel Düzeyde Olanlar
Küresel düzeyde olanlar genellikle iklim değişiklikleri sonucu oluşan buzul çağları ve tabii afetler nedeniyledir. Bu tabii afetler, Mu Medeniyeti ve Atlantis Medeniyeti’nin başına geldiği gibi, yeraltında büyük rezervler halinde oluşan yüksek basınçlı gazların, depremler ve diğer şekillerde açığa çıkarak şiddetle infilakı sonucu beldelerin, hatta kıtaların parçalanması şeklinde olmuştur. Bu bölgelerde yaşam yok olmuştur.
Çeşitli tektonik olaylarla büyük depremler olmuş, devasa yanardağ patlamaları vuku bulmuştur. Bu yanardağların çıkardığı lavlar ve sıcak küller çok uzak mesafelere kadar olan yaşamı yok etmiştir. Keza bu devasa yanardağlardan çıkan kül bulutları atmosfere yayılmış, aylarca, hatta yıllarca atmosferi kaplayarak Güneş ışınlarının Dünya’ya ulaşmasını önlemiştir. Dolayısıyla iklim değişiklileri meydana gelmiş, küresel soğuma sonu buzul çağları yaşanmıştır. Dünya yaşamı büyük oranda daralmıştır.
Yine depremler ve çeşitli tektonik olaylar sonucu, yeraltında ve bataklıklarda hapsolmuş olan metan gazları ve karbondioksit (CO2) açığa çıkarak atmosfere sızmış ve küresel ısınmaya sebep olmuştur. Oluşan bu küresel ısınma sonucunda, daha önce oluşmuş olan buzullar eriyerek Dünya’nın belli bölgelerinde Nuh Tufanı benzeri seylaplara ve deniz seviyelerinin yükselmesine, diğer bölgelerin de sıcaktan kavrularak aşırı kuraklık yaşanmasına sebep olmuştur. Bu olaylar sonucu birçok ülke ve büyük insan toplulukları yok olmuştur.
İddia edildiğine göre, zamanla Dünya’nın manyetik alanının zayıflaması sonucu, eksen kaymaları oluşmuş ve bunun sonucunda Dünya’da çok ciddi iklim değişikliği olayları yaşanmıştır. Zamanımızda da bu eksen kayma olayının başladığı çeşitli bilim çevrelerince ileri sürülmektedir.
Bölgesel Düzeyde Olanlar
Bölgesel düzeydeki yok oluşların tamamına yakını insan hatası yüzündendir. Bu insan hatalarından kastım, yönetilen bilinçsiz ve tepkisiz halk kütlelerinden ziyade, bu insanları yöneten güç düşkünü, ihtiraslı, geleceği düşünemeyip kısa vadeli başarılar peşinde koşan bilinçsiz ve vizyon sahibi olmayan yöneticilerdir. Krallardır. Kabile ve ülke liderleridir. Diğer güç kaynaklarıdır.
Geçmişte Yok Olan Bazı Medeniyetlerden Örnekler
Maya Medeniyeti
Maya Medeniyeti, geçmişimizde en çok üne sahip medeniyetlerden birisidir. Yerleşim yerleri Orta Meksika ile Honduras arasında Guatemala’yı da içine alan bir bölgeydi. Mayalar büyük anıtlar, tapınaklar, piramitler inşa etmiş ünlü inşaatçılar idi. Astronomide bugünkü seviyeden belki de daha ileri uzmanlardı. Bıraktıkları eserlerin büyük bir bölümü günümüze kadar sağlam bir şekilde gelmiş olup, halen bu eserlerin yapı teknikleri ve eserler üzerinde bıraktıkları şifreli mesajların üzerinde yoğun araştırmalar yapılmaktadır. Bu şifreli mesajların bir kısmı çözülmüş olmakla beraber, daha çözülmeye çalışılanları da vardır.
Maya’lardan önce Güney Amerika’da Tabascosu ve Veracruz arasında M.Ö. 2.500 ile M.Ö. 300 yılları arasında yaşamış olan Olmekler vardı. Olmekler’in kimler olduğu ve nereden geldikleri tarihçiler ve arkeologlar arasında çözülemeyen bir sır ve muamma olmakla beraber daha ortada Mayalar yokken Güney Amerika’da Mezoamerika kültürü denen kültürün yegane temsilcisi idi. Özellikle M.Ö.900 ile M.Ö. 500 arasında bu kültürün sahibi idi. Daha sonra kendi aralarında bölünme oldu. Bölünen her bir birim farklı evren bilim doktrinlerine sahip küçük gruplara ayrıldı. Böylece birleşik Olmek Toplumu dağıldı.
M.Ö. 100 civarında Orta Meksika’da Toltekler ortaya çıktı. Zamanla bunlar da gelişerek yeni kasabalar kurdular, daha da genişleyerek bölgeye hakim olarak büyük bir güç oluşturdular. Gerek Olmekler, gerekse Toltekler evren biliminde ileri düzeydeydiler.
Mayalar, Toltekler aynı dönemin medeniyetleri idi. Uygarlıkları da aynı zamanda gelişti. Aralarında sanat eserlerinin ve fikir paylaşımının yapıldığı iyi bir ilişki olmasına mukabil, Dünya çağlarının izlenmesinde iki farklı evren bilimi geliştirdiler. Her iki tarafta bir yılı 260 gün olan takvimi kullanıyordu. Fakat uzun zaman dönemlerinin yani Dünya çağlarının belirlenmesinde aralarında farklılık ve uyumsuzluk ortaya çıktı. Bu yüzden yüzyıllar boyunca bu iki uygarlık uyumlu işbirliği yapmadı. M.S. 750 civarında Meksika’daki Toltekler çöktü, buradaki insanlar Maya şehirlerine göçe başladı. Maya’lılar da bu göçmenleri kabul etti. Böylece Maya ve Toltek birleşmesi oldu. Dolayısıyla her ikisinin kültürleri de birleşerek çok olumlu çalışmalar ortaya konmaya başlandı.
Geliştirdikleri ünlü Maya Takvimi ve takvimde belirtilen kehanetler hâlen uzun uzun tartışılmakta ve bu kehanetler gizemini korumaktadır. Maya Takvimine göre, Dünya yaşam döngüsü çağlar şeklinde devam etmiştir. Her döngü 5 çağdan ibarettir. Her çağ ise, 13 Baktun yani 1.872.000 gün veya 5.128 yıldır. 5 çağdan ibaret bir döngü ise, 5 x 5.128 = 25.640 yıldır. Mayalara göre, içinde bulunduğumuz 5. Çağ M.Ö. 11 Ağustos 3.114’de başlamış olup, 21 Aralık 2012’de son bulmaktadır. Yani 21 Aralık 2012’den itibaren Dünya’da yeni bir çağ başlayacaktır. Şimdi bu yeni çağ nasıl yaşanacaktır, bu tartışılıyor. Kimilerine göre Dünya’da felaketler zinciri yaşanacaktır, kimilerine göre Altın Çağ dediğimiz yeni bir aydınlık çağ başlayacaktır.
Diğer bir görüşe göre de, içinde bulunduğumuz Samanyolunun merkezinde büyük bir şişkinlik ve bu şişkinlikte bir karadelik vardır. Buradan geçen bir hat Samanyolunun ekvatorudur. Nasıl ki Dünya Ekvatorunun kuzey ve güneyinde farklı manyetik oluşumlar varsa, Samanyolu Galaksisi’nde de durum aynıdır.
21 Aralık 2012’de Güneşin bulunacağı yer
21 Aralık 2012’de meydana geleceği söylenen yıldız hizalanması esnasında Zenit Noktası (Kutup Yıldızı), Ülker Takım Yıldızı, Dünya, Ay, Güneş ve Samanyolu merkezindeki karadelik bir hizaya gelecek ve Güneş eliptiği (yörüngesi) Samanyolu Ekvatorunu karadelik üzerinde kesecektir. Buna da Galaktik Hizalanma denmektedir.
Bu galaktik hizalanma (geçiş) esnasında Güneş, Karadeliğe normalinden daha fazla yaklaşacak ve manyetik olarak çok etkilenecektir. İçinde bulunduğumuz bu Dünya çağı da 21 Aralık’taki gündönümü esnasında, Güneşin, galaksi ekvatoru üzerinden geçerken değişecektir.
• Bu değişim esnasında; Dünya’da enerji etki alanı (manyetik olan / foton alanı) değişecektir.
• Manyetik alandaki bu değişiklik insan ruhunu etkileyerek, gelişmesine sebep olacaktır.
• Dünyanın kutupları değişecek, bu kutup değişikliği büyük felaketler yaşanmasına sebep olacaktır.
• Bu felaketlerden sonra ruhen daha gelişmiş, birlik ve beraberlik içinde yaşanabilecek yeni bir Dünya düzeni kurulacaktır.
Bütün bu söylenenleri görmeye az bir zaman kaldı, yaşayıp göreceğiz.
Mayalar, kültür olarak da yaşadıkları dönemin en ileri toplumlarından birisiydi. Günümüze kadar gelen bir yazı arşivine sahiptiler. Ancak mesajlarını hep şifreli vermiş olmaları nedeniyle bunların çözümü zaman almaktadır. Diğer taraftan yazılı ve Maya Medeniyeti’ni aydınlığa çıkaracak olan pek çok kitap ve eser 1524’de bu bölgeyi istila eden İspanyol papazlarınca toplatılarak yakılmıştır. Bugün Dünyaya medeniyet dersi vermeye kalkan Avrupalıların ataları, dünyanın en dikkate değer medeniyetinin bütün bilgilerini yok etmiş ve bunların günümüze taşınmasını önlemiştir. Bu yapılan en büyük yobazlıktır.
Maya ülkesi çeşitli krallıklar ve şehirlerden oluşuyordu. Bu krallıklar arasında sürekli güç gösterisi savaşları oluyordu. Krallar ve soylular kendilerini güçlü göstermek için saraylar ve anıtlar inşa ediyorlardı. Bu binaların inşaatında yoğun alçı kullanıyorlardı. Diğer taraftan Maya nüfusu da artıyordu. Artan bu nüfus ormansız alanlara sığmamaya başladığı için ormanlık yamaçlara taşınarak buralarda yeni yerleşim alanları açıyorlardı. Bu yeni yerleşimlerde, halkın odun gereksinimini ve büyük inşaatların kereste ihtiyacını karşılamak, aynı zamanda alçı üretmek için yakacak olarak kullanılarak ormanlar bilinçsiz bir şekilde yok ediliyordu. Uzun yıllar süren bu kesim sonunda ormanlar ortadan kalktı. Ormanların yok oluşu ile şiddetli kuraklık ve erozyon olayları başladı. Bunun sonunda Maya ülkesinde yaşam imkânı kalmadı. Kuraklık süreci M.S. 600’de başlamış olmasına rağmen, M.S. 760-800 yılları arasında hat safhaya çıktı ve bundan sonra çöküş başladı. Daha sonra M.S. 810, 860 ve 910 yıllarında görülen en şiddetli kuraklıklar yaşandı. Bu kuraklıklar sonunda, büyük su sarnıçları, yeraltı suyu kuyuları ve gölleri olan bazı bölgeler ayakta kalabildiyse de Mayalılar nüfuslarının bir çoğunu kaybettiler. Kuraklık nedeni ile başlıca besin kaynakları olan mısır üretimi de durdu. Halkın büyük bir bölümü açlıktan, bir kısmı da besin ihtiyacı için yapılan savaşlarda öldü. Kuraklığın en yoğun yaşandığı güney vadilerindeki halkın % 99’u öldü. Kuraklık öncesi bu bölgede yaşayan insan sayısı 3 ila 14 milyon olarak tahmin edilirken, İspanyolların bu bölgeye geldiği 1524-1525 yıllarında nüfusun 30.000’e düştüğü görüldü.
Bütün bu yok oluşta, muhtemelen Güneş döngüleri gibi bazı doğal olaylar olsa da, temel neden kötü yönetimler, ihtiraslı, şöhret düşkünü, ileriyi göremeyen, sadece kısa vadeli refaha odaklanmış, vizyonu olmayan basiretsiz yöneticilerdir. Gösteriş delisi zengin ve soylular ile bilinçsiz ve eğitimsiz cahil halk kütleleridir. Eğer uzağı görebilen, ormanlarını korumaya özen gösteren liderler olsaydı, belki Mayalar başka nedenlerle yok olsalar bile kuraklık nedeniyle yok olmayacaklardı.
Paskalya Adası
Benzer olayı bugün sahillerinde devasa büyüklükte dikili bulduğumuz heykelleri ile ünlü Paskalya Adası Halkının çöküşünde de görmekteyiz.
Paskalya Adası, Şili’nin 3.700 km batısında, neredeyse Dünyanın en uzak bir bölgesinde 170 km² (Kilometrekare) yüzölçümünde ufak bir adadır. Yapılan araştırmalar sonucu, bu adadaki yerleşim M.S. 900 yılında olmuştur. Paskalya Adası’nın nüfusunun zamanla 15.000 kişiye çıktığı tahmin edilmektedir.
Sınırlı yaşam koşulları olan bu adada çok az nüfusa rağmen kabileler oluşmuş ve kabile reisleri arasında güç rekabeti başlamış, en büyük rekabet de heykel yapımına uygun taş ihtiva eden ocaklarda çeşitli boyutlarda heykeller yapıp, bunları sahillere ve bazı bölgelere taşıyıp birer platform üzerine dikmek olmuş. Kimin heykeli daha büyük ve daha çoksa o kabile reisi daha güçlü sayıldığı için özellikle büyük heykel yapımında büyük bir rekabet başlamış.
Bu rekabet sonu yapılan ve günümüze kadar ayakta kalan 300 adet heykel platformu (ahu) ve 113 adet de heykel (moai) tespit edilmiştir. Bu heykeller, muhtelif boy ve ağırlıkta olup, genellikle ortalama heykel boyutları 4 metre boyunda ve 110 ton ağırlığındadır. Bu heykellerin daha büyük boyutta olanları da vardır. Mesela bazıları ince yapıda 9,7 metre boyunda ve 110 ton ağırlığında olduğu gibi, bunlar arasında 21 metre boyunda ve 270 ton ağırlığında olanlar da vardır.
Keza bunların platformları (ahu) da devasa boyuttadır. Bu platformlar da blok taşlardan yapılmıştır. Bu platformlarda kullanılan taş blokların her biri 10 ton ağırlığındadır. Platformların yüksekliği 4 metre, boyları da 152 metreye kadar uzayabilmekte, ağırlıkları ise 300 ton ile 9000 ton arasında değişmektedir. Ayrıca bu heykellerin baş kısmına 12 ton ağırlığında Pukao denen başlıklar yerleştirilmiştir. Takriben 10 metre yükseklikteki bir heykelin başına vinç olmadan bu devasa ağırlık nasıl konmuştur, o da ayrı bir belirsizliktir.
Bütün bu heykeller ve platformlar yaklaşık 14 km uzaklıkta, dağ yamaçlarındaki taş ocaklarında imal edilip, sahildeki muhtelif noktalara taşınmıştır. İşte olan bundan sonra olmuş! Heykellerin yapımının sürdüğü M.S. 1100-1600 yılları arasında 500 yıl süreyle heykelleri çekerek taşımakta kullanılan büyük ağaç tomrukları üretmek için sürekli ağaçlar kesilmiş. Mayalarda olduğu gibi düzlük alanlar ziraata yetmediği için ormanlık alanlar da ziraat alanlarına açılmış. Isınma ve diğer ihtiyaçlar için hep ormanlar kesilmiştir. Sonuçta Paskalya Adası’nda orman kalmamıştır. Ormanlar yok olunca iklim değişmiş, yağışlar yetersiz hale gelmiş, şiddetli erozyonlar nedeniyle geliştirilen ziraat alanları da yok olmuştur. Aç kalan insanlar birbirleriyle savaşmış, yamyamlaşmış ve sonuçta pek çoğu telef olmuştur. Bütün bu olaylar arkeolojik buluntularla belgelenmiştir.
Sonuçta Paskalya Adası halkı büyük oranda iklim değişikliği ve 1860 yıllarında köle tüccarları gemilerinin 1500 kişiyi kaçırmasıyla tümüyle yok olmuştur. Bütün bunlara gösteriş delisi hırslı ve yeteneksiz yönetimler ve kabile reisleri sebep olmuştur.
Bu tip olaylar çeşitli zamanlarda, çeşitli medeniyetlerin de yok olmasına sebep olmuştur.
Geçmişinden ders almayan ve benzer hataları sürekli tekrarlayan medeniyetler ve milletler ne kadar gelişirse gelişsin eninde sonunda aynı akıbete uğrayacaklardır.
Kur’an Mumin Suresi (40/60)
Ayet 82 :Yeryüzünde dolaşıp da kendilerinden öncekilerin sonu nice olmuş diye
bakmıyorlar mı? Öncekiler bunlardan sayıca daha çok, kuvvetçe daha
zorlu ve yeryüzündeki eserler bakımından daha üstün idiler. Ama
kazanmış oldukları şeyler, kendilerine hiç yarar sağlamadı.
Günümüzdeki Durum
Bugün Dünyanın pek çok ülkesi, adına demokrasi dediğimiz bir kandırmaca rejim ile yönetiliyor. Bu sisteme göre, halklar kendilerini yönetecek kişileri sandığa giderek serbest iradeleriyle verdikleri oylarla seçiyorlar. Ancak çoğu zaman kimi seçtiklerini de bilmiyorlar. Üstelik öyle bir düzen kurulmuş ki; vatana, millete hizmet etmek isteyen yetenekli, düzgün karakterli, bilgili ve dört dörtlük pek çok insan seçilip görev yapmak istese de seçime giremiyor. Seçim listeleri parti başkanları tarafından düzenlendiği için insanlar sözde iradeyle gerçek kişiler yerine parti başkanlarının listelerini seçiyorlar. Daha doğrusu demokrasi şemsiyesi altında ileride muhtemelen diktatör olacak bir kişinin tayin ettiği ve vasıflarını bilmedikleri yöneticilerin tayinine onay veriyorlar.
Üstelik bu atamayı yapan parti başkanları, gerçekte bu mevkiye gelecek en ideal ve en yetenekli kişi mi o da ayrı bir tartışma konusu. Zira parti başkanı olabilmek için de, oyun içinde oyunlardan geçilmesi gerekiyor. Sonuçta oyunu kazanan başkan oluyor.
Winston Churchill’in demokrasi hakkında söylediği bir söz var; “ Bilinen odur ki, demokrasi, zaman zaman denenen diğer yönetim şekillerini saymazsak en kötü yönetim şeklidir.”
Bugün dünyada oynanan demokrasi oyunları Churchill gibi bir dâhiyi yanıltmayacak düzeyde başarıyla oynanıyor.
Seçilmiş kişilerden liderler çıkmaz ve çıkmıyor. Liderleri fevkalade durumlar çıkarır. Yoksa ben lider olacağım demekle lider olunmuyor. Atatürk gibi gerçek liderler her zaman çıkmaz. Onlar fevkalade zor dönemlerin çıkardığı liderlerdir. Ama bu milletin içinde ona dil uzatan pek çok nankör ve yobaz sınıfı vardır. İnşallah o kişilere Allah nankörlüklerinin cezasını verir. Günün birinde onlar bu nankörlüklerinin utancını yaşarlar.
Şu anda dünyayı yöneten devlet başkanlarının (sözde liderlerin) ortaya çıkışları ve pozisyonları böyle olunca, bunların geçmişten ders alarak, Dünya’nın yok olmaya doğru gittiğini artık aklı başında olan herkes görüyorken, bu yok oluşa neden olacak olan çevre sorunlarına, küresel ısınmaya ve nüfus artışına duyarsız kalmaları affedilecek bir şey değil. Sadece kendi seçim dönemlerinin ve yeniden seçilebilme yollarının hesabını düşünerek, kalkınmaya ve ekonomiye yoğunlaşmış olmaları anlaşılır gibi değil. Şu anda Dünya yaşamını tehdit eden birincil sorunlar; küresel ısınma, çevre sorunları ve nüfus artışıdır. Bunu görmemezlikten gelmek önce kendi çocuklarına, torunlarına ve insanlığa karşı suç işlemekle eş değerdir.
Aşağıdaki bölümlerde açıklayacağım bilgilendirmelerden anlaşılacağı üzere, önümüzdeki 20 yıl içerisinde eğer dünya devletleri küresel ısınmanın durdurulması, çevre sorunlarının çözümü ve dünya nüfus artışı konularında bir şeyler yapamaz ve kesin kararlar alıp, müeyyideler uygulamazsa, insanlığı ve kendi ailelerini seven bir çok bilim adamının da çığlık çığlığa bağırdığı gibi artık her şey geri dönülmez bir noktaya doğru gidecek. Ancak petrol şirketlerinin, kömür madeni şirketlerinin ve ilaç firmalarının yandaşı bazı yalaka bilim adamları tutarsız karşı tezlerle bu gerçeği örtmeye çalışıyorlar. Başta Amerika ve Çin olmak üzere pek çok devlet yöneticileri de bunların etkisinde kalarak bu soruna çözüm üretmiyorlar yani mevcut uygulamaları ile Mayalıların, Paskalya’lıların yok oluşa gidişine seyirci kalan yöneticilere benziyorlar.
Eğer bu sorunlara kısa bir sürede çözüm bulunamazsa nasıl Maya’lıların yaptığı eserler, Paskalyalıların diktiği heykeller bugün değerli birer kalıntıdan ibaretse; bugün dünyada yürütülen hızlı kalkınma hareketi sonucu dikilen gökdelenler, dev eserler hepsi de ileride birer kalıntıdan ibaret olacaktır. Maya’lıların eserlerini sarmaşıklar sardığı gibi bunların eserlerinin çoğu da ya denizaltında kalacak, ya da sarmaşıklarla sarılacaktır. Çünkü dünyada bu eserleri kullanacak insan kalmayacaktır.
Bu döngüden çıkışın ve yöneticilerin uykudan uyanışının çaresi medyada ve bilinçsiz olan halkın bilinçlendirilmesindedir. Bugün sanki tek bir merkezden kumanda ediliyor gibi halkı uyutan eğlence ve magazin programları uygulayan televizyonların yanında büyük bir kısmı da iktidar şakşakçılığı ve tarikatların sözcülüğünü yapmakta olup, halkın bilinçlendirilmesi ile ilgili hemen hemen hiçbir program yapmamaktadırlar. Eğer bu televizyonları sahipleri ve yöneticileri bu konuya biraz eğilip, okuyup araştırırlarsa durumun ciddiyetini kavrarlar. Belki her şeyin reklam ve para kazanmak olmadığını, çocuklarının, torunlarının ve insanlığın geleceğinin daha mühim olduğunu kavrayarak insanları bu konularda uyarıcı, bilgilendirici programlara ağırlık verirler. Böylece de diğer dünya ülkelerine örnek olurlar. Ama bunların hiçbirine inanmıyorum. Artık insanlar bir karanlığa gömülmüş, kendi egolarının dışında hiçbir şeye aldırmaz hale gelmiş durumdalar. İnsanların gözünü şöhret olmak, ne pahasına olursa olsun para kazanıp zengin olmak, lüks yaşamak ve iktidarlı olmak hırsı öyle karartmış ki, her türlü değerleri görmezden geliyorlar. Bu değerlere önem veren insan sayımız çok azalmış durumda.
Eğer toplumları bilinçlendirip, tepkilerini etkin bir şekilde ortaya koymaları ve duyarsız yöneticileri duyarlı hale getirmeleri dünya çapında sağlanamazsa, bugünkü dünya yöneticileri ile son süratle uçuruma doğru gidiyoruz. Artık buna insanlığın kaderi demekten başka bir söz kalmıyor.
Kur’an Hicr Suresi (15/54)
Ayet 5 : Hiçbir ümmet (ulus) kendisi için belirlenen sürenin ne önüne geçebilir ne de süreyi geriletebilir.
Kur’an İsra Suresi (17/50)
Ayet 16 : Biz bir ülkeyi / medeniyeti mahvetmek istediğimizde, onun servet ve
nimetle şımarmış elebaşlarına emirler yöneltiriz / onları yöneticiler yaparız da onlar, orada bozuk gidişler sergilerler. Böylece o ülke aleyhine hüküm hak olur, bizde oranın altını üstüne getiririz.
Yorum okuyucuya ait.
DÜNYA YAŞAMINI TEHDİT EDEN BAŞLICA FAKTÖRLER
A. Küresel Isınma
B. Çevre Kirliliği
C. Global Nüfus Artışı
Şimdi bunları sırasıyla irdeleyelim. Bu canavarlarla nasıl mücadele ediliyor veya edilmiyor, Dünya yöneticileri bu olayı nasıl algılıyor ona bir göz atalım.
A. Küresel Isınma
Kısaca, küresel ısınmanın tarifi; eğer atmosfere sürekli olarak, gereğinden fazla karbondioksit (CO2) ve metan gazı salarsak atmosferde biriken bu gazlar atmosferin yapısını bozar ve sera etkisi dediğimiz bir katman oluşturur. Dünya’ya gelen Güneş ışınlarının belli bir kısmının tekrar Dünya’dan uzaya yansıtılması gerekirken, yansıyan bu ışınların bir kısmı atmosferimizdeki sera tabakası tarafından tutulur. Yani bu ışınların tamamı sera katmanından geçemeyip atmosferde bir kısmı hapsolur. Hapsolan bu ışınlar, atmosferin ısınmasına, ısınan atmosfer de iklim değişikliklerine sebep olur. Dünya çapında meydana gelen bu olaya Küresel Isınma denir.
KÜRESEL ISINMAYA SEBEP OLAN BAŞLICA FAKTÖRLER
• Fosil yakıtların (kömür, petrol, gaz) kullanımı sonucu atmosfere sızan karbondioksit (CO2) emisyonları (salınımı),
• Tabi kaynaklardan ve insan eliyle atmosfere giden Metan Gazları (Metan gazının küresel ısınmaya etkisi karbondioksit (CO2)’den 21 kat daha fazladır.)
• İnsanların ve hayvanların solunumu ile ortaya çıkan Karbondioksit Gazları (CO2),
• Petrol ve gazla çalışan kara, hava ve deniz motorlu araçların egzozlarından çıkan gazlar,
• Doğal ve insan eliyle oluşan yangınlar,
• Yanardağ püskürmeleri
Bu sebepler arasında küresel ısınmayı tetikleyen ve oluşumunda en büyük rolü olan fosil yakıtlardır. Fosil yakıt kullanımını azaltmadıkça, küresel ısınmanın durdurulması pek mümkün görünmüyor.
Grafikte de görüldüğü üzere fosil yakıtların (petrol, doğalgaz, kömür) enerji üretimindeki payı 2009 yılı itibariyle %80,9’dur. (TKİ 2011 yılı Kömür Sektörü Raporundan)
Yukarıdaki grafikten sektörler bazında global CO2 emisyon oranlarına baktığımızda endüstri, inşaat, trafik, havacılık ve denizcilikten kaynaklanan toplam CO2 emisyon oranları %79,7’dir. Bu sektörlerin hepsi bu emisyonları, ya kullandıkları enerji, ya baca gazları, ya da egzoz gazları nedeniyle yapmaktadırlar. Neticede bu emisyonların tamamı fosil yakıt kullanmadan dolayıdır.
Bu demektir ki; halen çok yavaş gelişen teknolojimiz ne kadar gelişirse gelişsin, enerji kaynakları ne kadar çeşitlendirilirse çeşitlendirilsin, Dünya’nın daha uzun süre fosil yakıtlarından vazgeçmesi söz konusu olamaz. Bırakın vazgeçmeyi fosil yakıt ihtiyacı daha da artmaktadır. Petrol ve maden şirketleri aramalarını arttırarak sürekli yeni rezervleri devreye sokmaktadır. Bunu görebilmek için dünyadaki şu kalkınma yarışına ve güç kavgasına, daha çok refahı yakalamak için yapılan mücadelelere bir göz atalım.
Gelişmiş Birinci Dünya ülkeleri (Amerika, Kanada, Japonya, Avrupa) mevcut refahlarından bir adım geri adım atmayı düşünmedikleri gibi, refah düzeylerini ve yaşam standartlarını daha da yükseltmeye çalışıyorlar. Gelişmekte olan Çin, Rusya, Hindistan, Brezilya, Meksika, G. Kore, Türkiye, Körfez Ülkeleri gibi birçok ülke ve petrol zengini diğer ülkeler, Birinci Dünya Ülkeleri ile aralarındaki mesafeyi kapatmak için sürekli yatırım hamleleri yapıyorlar, enerji üretim kapasitelerini her yıl yükseltiyorlar. Uçak üretimleri, kara ve deniz yolu taşıma araçları üretimi artarak devam ediyor. Buna bağlı olarak ileride açıklayacağım gibi CO2 emisyon artışı oranı büyüyerek devam ediyor.
2009 yılı itibari ile dünyadaki toplam araç sayısı 980 milyon iken, bu sayı 2010 yılında 1,015 milyar olmuş. Yıllık artış % 3,6. Eğer yeni ilave yatırımları düşünmez ve her yıl bu oranda artacağını kabul edersek 20 sene sonra dünyadaki araç sayısı yaklaşık ikiye katlanacaktır, yani 2 milyarı aşacaktır. Halbuki bu trend çok daha hızlı gelişiyor. Türkiye bile araç üretim üssü oluyor. Çin’de 2010 yılındaki araç sayısı 99 milyon olarak açıklanmış olmakla beraber 2020 yılı için planlanan sayı 200 milyon araçtır. Yani 10 yıllık artış hedefi %202’dir.
BP’nin yayınladığı “Dünya Enerji İstatikleri Raporu”na göre, 2010 yılında Dünya enerji tüketimi % 5,6 oranında arttı. Türkiye enerji tüketimi ise, % 9,8 arttı. Böylece Türkiye Dünya yıllık enerji artımının % 0,9’nu tüketen ve en çok enerji artışı sağlayan ülke oldu.
% 5,6 ‘lık enerji tüketim artışı OECD ülkelerinde % 3,5 , gelişmekte olan ülkelerde % 7,5, Çin’de % 20 seviyesinde gerçekleşti. Bu gelişmeler karşısında 2010 yılında Dünya Petrol üretimi % 2,5 oranında, doğalgaz üretimi, %7,3 oranında ve kömür üretimi, % 6,3 oranında arttı.
Dünya yenilenebilir enerji üretiminin de ciddi artışlar olmasına rağmen yenilenebilir enerjilerin Dünya enerji üretimi içindeki payı ancak % 1,8’e çıkarılabildi. Her ne kadar 2011 yılı sonu itibari ile veriler elde edilemediyse de, durumun aşağı yukarı benzer geliştiği ifade edilebilir
Dünya’da 2010 yılı itibari ile 16000 sivil uçak vardır. (Askeri uçaklar hariç). Boeing Firmasının Ticari Uçaklar Avrupa’dan Sorumlu Satış Başkan Yardımcısı Tood Nelp’in açıklamasına göre, dünyadaki uçak talebi fazlalığı nedeniyle 2030 yılına kadar Dünya uçak sayısı 2010’a göre iki kat artacaktır. Planlanan sayı 33500 uçaktır.
Bütün bu gelişmeler karşısında önümüzdeki yıllarda Karbondioksit (CO2) emisyonunun azaltılabileceğini ve küresel ısınmaya dur denebileceğini iddia etmek en hafif tabirle boş konuşmadır. Bugün pek çok kişi güneş ve rüzgar enerjilerinin yakın zamanda yaygınlaşıp enerji ihtiyacının büyük bir kısmını karşılayacağını, teknolojilerin daha da gelişip bugünkünden daha az enerji tüketen makine ve cihazların yapılacağını ve dolayısı ile enerji ihtiyacımızın azalacağını iddia etmektedirler. Bunların beklenen seviyeye gelmesi uzun yıllar alacaktır. Bu gelişmeler ilerde olsa olsa artan ihtiyacın bir kısmını karşılayabilir. Toplam enerji ihtiyacını aşağıya çekecek değildir. Bir teknolojinin geliştirilip devreye sokulması ile bu teknolojiden tam verim alınması yıllar sürmektedir. Fakat CO2 emisyonu artış hızı önümüzdeki 20 sene içinde durdurulmazsa Dünya yaşamı dönülmez bir noktaya gelmekte ve felaketin kucağına doğru yol almaktadır.
KARBONDİOKSİT (CO2) EMİSYONU NE İFADE EDİYOR?
Yukarıdan beri anlatmaya çalıştığım nedenlerle, atmosfere salınan Karbondioksit (CO2) miktarına ‘emisyon’ denir. Bu emisyonun miktarı da ‘ppm’ rumuzuyla ifade edilen ölçü birimidir.(ppm=parts per million). Milyonda bir demektir. Verilen rakamların ppm değerleri atmosferin 1 milyon Lt veya m³ hacmi içindeki CO2’nin Lt veya m³ olarak değeridir.
Atmosferdeki Karbondioksit (CO2) emisyon miktarlarına göre atmosferin sıcaklığı artar. Bu sıcaklık artışları;
1. Emisyonun 350 ppm değerinde atmosfer 1 derece daha fazla ısınır.
2. Emisyonun 400 ppm değerinde atmosfer 2 derece daha fazla ısınır.
3. Emisyonun 450 ppm değerinde atmosfer 3 derece daha fazla ısınır.
4. Emisyonun 500 ppm değerinde atmosfer 4 derece daha fazla ısınır.
5. Emisyonun 650 ppm değerinde atmosfer 5 derece daha fazla ısınır.
6. Emisyonun 800 ppm değerinde atmosfer 6 derece daha fazla ısınır.
Bu ppm değerleri, uzman araştırma birimleri tarafından sürekli ölçülmektedir. Ölçüm sonuçlarının ortalama değerlerinin grafiği (1960 – 2012 arası) aşağıda görüldüğü gibidir.
Yıllar itibariyle PPM değerleri;
2012 Ağustos 392,41 PPM 8 aylık artış 0,84 PPM
2011 Sonu 391,57 PPM yıllık artış 1,79 PPM
2010 Sonu 389,78 PPM yıllık artış 2,40 PPM
2009 Sonu 387,38 PPM yıllık artış 1,79 PPM
2008 Sonu 385,59 PPM yıllık artış 1,82 PPM
2007 Sonu 383,77 PPM yıllık artış 1,87 PPM
2006 Sonu 381,90 PPM
Kyoto Protokolü’nün tanzim edildiği 1997 yılında ppm değeri 363,71 idi. Aradan geçen 15 yılda CO2 emisyonu 28,7 ppm artmış durumdadır. Yukarıdaki tablonun ve grafiğin incelenmesinden de anlaşılacağı üzere, bu değer 1960’dan beri her yıl sürekli artmaktadır. Bu trendin devam etmesi halinde yaklaşık 4 sene sonra 400 ppm’e ulaşılacak ve atmosfer 2 derece ısınmış olacaktır.
Bilgisayar modellemelerine göre, 2 derece artışa 2040 yılında ulaşılacağı hesaplanıyordu. Şimdi görülüyor ki, bu değere yaklaşık 2016 yılında ulaşılacaktır. Yani küresel ısınma bütün bu tahminlerden daha hızlı artmaktadır. Dünya’daki bu kalkınma hızı dikkate alındığında gelecek 20 – 25 yıl içinde 450 ppm’e ulaşılacak ve atmosfer 3 derece ısınacaktır.
Şimdi atmosferin ısısı arttıkça neler olacağına özetle bakalım.
2.1. Şu anda 2 derece civarında olduğumuza göre, 2 derecede yaşanması gereken iklim değişikliklerini ve sonuçlarını zaten yaşıyoruz.
- Dünyanın belli başlı buzulları, Grönland ve Kuzey Buz Okyanusu (Arktik Okyanusu) Buzulları erimeye başladı ve bu erime hızlanarak devam ediyor.
- Yazları kavurucu sıcaklar, kışları dondurucu soğuk günler başladı.
- Tayfunlar ve muson yağmurları şiddetini arttırdı. Düzensiz yağışlar başladı, sel haline gelen yağışlar çevreye zarar vermeye başladı.
- Okyanuslardaki, denizlerdeki deniz canlılarının büyük bir kısmı yok oldu.
- Kara yaşamı büyük oranda zarar gördü. Birçok canlı türü yok oldu ve yok olmaya da devam ediyor.
- Amerika dâhil dünyanın birçok bölgesinde özellikle Afrika’da kuraklık başladı, gıda üretimi düştü.
- Uzak Doğu’da büyük sel felaketleri yaşandı, yaşanacak.
- Tayfunlar ve Siklonların oluşu çok sıklaştı.
- Orman yangınları arttı.
- Özellikle 2012 yılında Kuzey Kutbu’nda ve Grönland’da buz erimeleri ve buzul kopmaları büyük bir hız kazandı.
Kuzey Kutbu buz alanı büyük oranda küçüldü. Deniz trafiğinin mümkün olmadığı bu Aktrikt Okyanusundan artık büyük gemiler geçebiliyor. Böylece Atlas Okyanusu ve Pasifik Okyanusu kısa yoldan birleşmiş oluyor. Kısa bir süre sonra da bu denizlerde buzların tamamının erimesi bekleniyor. Buradaki zengin petrol ve doğalgaz kaynaklarına göz dikenlerin gözü aydın olsun. Halen kutuplarda yaşam mücadelesi veren bu zavallı kutup ayılarının, penguenlerin ve diğer kutup yaşayanlarının da böylece nesli tükenmiş olacak.
Kuzey Kutbunda Yaşam Mücadelesi
Dünyanın en büyük buzullarından birini barındıran Grönland Adası’nda da çanlar çalmaya ve buzullar hızla erimeye başladı. 2010 yılında kopmuş olan 260 km²’lik buzul parçasına ilaveten Temmuz 2012’de 120 km²’lik yeni bir buzul parçası koparak okyanusa açıldı. 2003 yılından beri Grönland’da eriyen buz kütlesi 2 trilyon tona ulaştı.
2.175.597 km² alana sahip Grönland Adası’nın büyük bir kısmı buzullarla kaplıdır. Dünyadaki buz kütlesinin % 10’u bu dev adadadır. Buradaki buzulların tamamının erimesiyle deniz seviyeleri 7 metre yükselecektir. Tehlike bununla bitmeyecek, buzulların erimesiyle binlerce yıldır buzul basıncı altında, karalarda sıkışmış olan CO2 ve metan gazları açığa çıkarak küresel ısınmayı daha da hızlandıracaktır. Şu anda bu bölgedeki ısınma küresel ısınmanın ortalama değerinden beş kat daha fazla devam etmektedir.
NASA’nın 24 Temmuz 2012’de yayınladığı yanda görülen görüntülere göre, Grönland yüzeyindeki buzluk alanların % 97’si 8 – 12 Temmuz 2012 tarihleri arasında 4 gün gibi çok kısa bir sürede erimiştir.
Grönland’daki bu hızlı gelişme başta NASA olmak üzere aklı başında olan, bu konulara biraz ilgi duyan herkesi ciddi ciddi düşündürmektedir. Zira olaylar, en kötümser senaryolardan daha hızlı gelişmektedir.
Grönland’da Erime Hızını Gösteren Görüntüler
3.1. Atmosferdeki ısınma 3 derece arttığında (450 ppm’de) neler olabilecek?
- 2 derece artışta yaşananlar, dozajı artarak yaşanacak.
- Afrika’ da ve iklimi sıcak olan bölgelerde şiddetli kuraklıklar ve gıda yetersizliği olacak. Buralarda insanların dayanamayacağı derecede sıcaklık yaşanacak.
- Çölleşme hızlanacak, birçok yerleşim alanı kumların altında kalacak.
- Sera etkisi daha da artacak, dolayısıyla emisyon hızlanarak artacak ve küresel ısınma süreleri kısalacak.
- Amazon Ormanları yok olacak. Dünya’daki oksijen üretimi daha da düşecek. Oksijene bağlı yaşam karada ve denizlerde zorlaşacak.
- Dünya çapında buzul erimeleri nedeniyle su kaynakları azalacak, büyük kuraklıklar yaşanacak. Avustralya gibi ülkelerde artacak orman yangınlarını dahi söndürmeye yetecek kadar su bulunamayacak.
- Türkiye ve Güney Avrupa dahil, özellikle bugün küresel ısınma tedbirlerine karşı çıkan Çin ve diğer ülkeler en çok zarar gören ülkeler olacak.
- Denizlerde büyük siklonlar olacak. Sahil şeritleri büyük zarar görecek.
- Deniz seviyeleri yükselmeye devam edecek ve sahil kentlerinin çoğu su altında kalacak.
- Tropikal bölgelerde tarım çökecek.
- Açlık nedeniyle milyonlarca insan göç edecek, gıda ve su yüzünden harpler çıkacak. Bazı yerlerde Paskalya Adaları’nda ve Yeni Gine’de olduğu gibi yamyamlık başlayacak.
- Kuzey Kutbu’ndaki ve Grönland’daki buzların tamamı eriyecek ve deniz seviyelerinde 7 m’lik yükseliş görülecektir. Zira Güney Kutbu ve diğer buzullardaki erimeler de deniz seviyesinin daha fazla yükselmesine neden olacaktır.
- Meydana gelen bu olaylar nedeniyle Dünya’da kaos yaşanacak, olayların neticesi olarak yaklaşık 1 milyar insan hayatını kaybedecek.
- Bu noktadan sonra, geri dönülmez noktaya gelinecek ve ne tedbir alınmaya çalışılırsa çalışsın küresel ısınma durdurulamayacak.
- Dünyada uygulamaya konulan bu yatırım furyası ve sürekli fosil yakıt oranının artırılması karşısında yıllık ppm değerlerinin bu seviyede kalması mümkün görülmemekle beraber, eğer ppm değerleri bugünkü seviyesini korusa bile, dünya yaşamı bu noktaya en geç 2040 yılında ulaşacak gibi görünüyor. Şurada önümüzde 30 seneden az bir süre var. Ancak bu konulara köklü çözüm bulunabileceğine dair global bir mutabakat yok. İlk defa küresel ısınma konusunda, Dünya çapında tedbir almak için Dünya devletleri 1992’de Rio de Janerio’da toplandı, ancak bir karar çıkmadı. 1997’de Kyoto Protokolü düzenlendi, başta Amerika, Çin olmak üzere en çok CO2 emisyonu yaratan ülkeler protokolü imzalamayınca protokol kadük oldu. Yani 20 senedir dünya yöneticileri bu konuyu sadece konuşuyor fakat anlaşma yapmaya yanaşmıyorlar. Çünkü alınacak kararlara uymaları halinde onları iktidardan edebilir.
- 9 Aralık 2011 Güney Afrika’nın Durban şehrinde aynı konuda yapılan 3. uluslararası toplantı ve sonuçları da ayrı bir komedi. Esasa yönelik hiçbir karar almamalarına rağmen bir karar almış görüntüsü vermek için sözde bir karar aldılar. Bu karara göre 2015 yılına kadar ülkeler kendi aralarında bu konuyu müzakereye devam edecekler ve 2020’den itibaren de ülkeler kendi ülkelerinin CO2 emisyonunu (salınımını) kontrol ederek gerekli tedbirleri alacak ve küresel ısınma 2 derecede tutulmaya çalışılacak. Tabi 2020 geldiğinde bu protokolde Kyoto Protokolü’nün akıbetine uğramazsa, ilk defa Dünya çapında bir anlaşma yapılmış olacak.
Bugün dünya yönetiminin yapısı, yöneticilerin bugüne kadar sergiledikleri davranış ve politikaları dikkate alındığında, aklı başında, bu işe gönül vermiş pek çok kişi (ben de dâhil) bu mutabakattan bir şey çıkmayacağına ve zamanı gelince bunun da kadük olacağına inanıyor. Ta ki, 2020’ye kadar küresel ısınma hızını artırıp, kısa zamanda büyük felaketlere neden olmazsa dünya bu işte geç kaldı, bundan sonra alınacak tedbirlerin etkili olma ihtimali gittikçe zayıflıyor.
4.1. Atmosferdeki ısınma 4 derece arttığında (500 ppm) neler olabilecek;
- 3 derece artışta yaşanan koşullar daha da ağırlaşarak devam edecek.
- Dünya’da bütün buzullar eriyecek ilk başta büyük taşkınlar olacak, sonra su kaynakları kuruyacak.
- Deniz seviyeleri 70 m yükselecek.
- Bu seviyelerin altında bulunan bütün şehirler ve kara parçaları su altında kalacak, birçok ülke yok olacak.
- Londra, New York gibi Dünya’nın pek çok ünlü şehri su altında kalacak.
- Dünya nüfusunun %15-20 si göç etmek zorunda kalacak.
- Çin aşırı kalkınma hızının kurbanı olarak en büyük zarar gören ülkelerden birisi olacak.
- Aşırı sıcaklar yüzünden bütün ekinler kavrulup kuruyacak, dünyanın büyük bir bölümü açlıkla mücadele edecek.
- Tüm buzullar çözüldüğü için Dünya’da yaşanabilir bölgeler, kutup bölgeleri, Sibirya ve Alaska olacak.
- Karalarda sıcaklık artışı 14 -15 dereceyi bulacak, Türkiye ve Avrupa kıtası çöl iklimi yaşayacaktır.
- Neticede Dünya yaşanmaz hale gelecektir.
- Buzulların çözülmesiyle, donmuş topraklar da çözüleceği için, bu topraklardan yoğun bir şekilde CO2 ve metan gazı atmosfere giderek küresel ısınmayı daha da hızlandıracaktır. Bu koşullarda yaklaşık 2050’lerde 4 dereceye ulaşılacak.
5.1. Atmosferdeki ısınma 5 derece arttığında (650 ppm) neler olabilecek;
- Buzulları tamamen erimiş, ormanları yok olmuş, denizleri yükseldiği için kıyı şehirleri yok olmuş, denizlerin ta içerilere kadar girdiği, neredeyse çehresi değişmiş farklı bir dünya olacaktır.
- Hayatta kalabilen insanlar kuraklık ve seller nedeniyle iyice daralan yaşanabilir alanlarda sıkışıp kalacak.
- Oluşan aşırı sıcaklık, yüksek oranda buharlaşmaya sebep olacak ve bu da aşırı yağış ve sürekli sel felaketine sebep olacak.
- Aşırı seller nedeniyle kuruyan nehirler dolup taşacak ve olağanüstü yükselecek.
- Sadece kutup bölgelerinde ve Sibirya’da tarım yapma imkanı olacağından, bu ülkeler ve halkları arasında gıda savaşı olacak.
- Diğer bölgelerde kalan insanlar gıda için kutup bölgelerine göç etmeye çalışacak.
- Dünyada globalleşme dediğimiz olay tümüyle duracak, herkes kendi başının çaresine bakacak.
- Boşalan birçok sahil şehri hırçın dalgaların getirdiği kumlarla dolup kapanacak, bu dalgalar yüzlerce sene sürecek. Bütün şehirler antik harabelere dönecek.
- Sığınacak yeri kalmayan, gıda bulamayan, yeterli derecede suyu olmayan insanlar bu imkanı olan yerlerdeki insanlarla kanlı savaşlar yapacak ve her yer kan gölüne dönecek. Güçlü olanlar ayakta kalabilecek.
- Gıdası, suyu ve yaşam imkanı olan insanlar da güvende olmayacak.
- Muhtemelen insanlar yamyamlaşacak.
- Dünya’da çok az insan kalacak, geçmiş mağara devri insanları gibi.
- Dünya bir cehenneme dönecektir.
6.1. Atmosferdeki ısınma 6 derece arttığında (800 ppm) neler olabilecek;
- Zaten 5 derece küresel sıcaklık dönemine kadar dünyamızda insan dahil her türlü kara ve deniz canlıları ile bitkilerin büyük bir bölümü yok olacağından Dünyamız Venüs’ü andıracaktır. Tam bir cehennem olacak.
- Bu dönemde neler olabileceğine dair kimse bir tahmin yapamıyor.
- Bu dönemden sonra, kendine insanlar tarafından zulmedilen ve tüm dengeleri bozulan Dünya, insanlardan intikamını almış olarak kendini tamir edecek, yeniden dengelerini kurarak yüzbinlerce yıl önce olduğu gibi gidenlerin yerine yeni çeşitler yetiştirecektir. Belki de Maya kehanetlerinin söylediği yeni çağ böyle başlayacak.
Bugün dünyada devlet yönetenler, hükümetler sürekli olarak kısa döneme odaklanmış şekilde çalışmaktadırlar. Zira kendilerinin uğraştığı kısa süreli, o kadar çok çeşitli problemler ve kendilerine ait programlar var ki; bunların altında ezilmiş olarak tüm dikkatlerini yalnızca bu sorunların çözümüne vermektedirler. Ağaca bakarken ormanı görmemektedirler. Ülkelerinin, çoğunlukla da kendilerinin çıkarları ön plandadır. İnsanlığın yok olmasına doğru giden böyle bir olayda gereken ihtimamı ve hassasiyeti göstermiyorlar. Sanki Allah dünya üzerinde var olan bugünkü insan topluluğunu yok edip, yerine yenilerini getirmeye karar vermişte, Isra süresinin 16. ayetinde ifade edilen yönetimleri getirmiş gibi bir hal var ortada.
Tedbir almakta gecikilmiştir. Üstelik ne gibi ciddi tedbirler alınacağı veya alınamayacağı 2020’den sonra belli olacaktır. Bu durumda ne tedbir alınırsa alınsın küresel ısınmanın 2 derecede tutulması çok zor görünüyor. Bari 3 dereceye çıkmasının önü kesilsin.
B. ÇEVRE KİRLİLİĞİ
Çevre kirliliği de, küresel ısınma kadar olmasa da, dünyamızı ve dünya yaşamını tehdit eden en büyük olgulardan biridir.
Çevre kirliliğinin, bugün bu kadar yaygınlaşması halkların bilinçsizliğinden ve hükümetlerin de güç gruplarının gücüne ve baskısına boyun eğmesindendir. Eğer halklar bilinçlenir çevreyi kirleten güç gruplarına karşı direnir, onları destekleyen hükümetler üzerinde ciddi baskı oluşturursa, çevre kirliliği ve bunun kara, deniz yaşamına verdiği zarar asgariye indirilir. (Bunun özellikle bazı Uzakdoğu ülkelerinde örnekleri vardır.)
Çevreyi En Çok Kimler Tahrip Ediyor;
1- Petrol Şirketleri
2- Gaz Şirketleri
3- Kömür Şirketleri
4- Diğer Maden Şirketleri
5- Balıkçılık sektörü
6- Kimya ve ilaç sanayi
7- Ağaç Endüstrisi
8- Endüstri tesisleri
9- Bilinçsiz halk tabakaları
Çok az sayıda olanlar hariç, pek çok maden şirketi, petrol, gaz, kömür ve diğer madenleri çıkarırken kurallara uymadıkları, bu kuralları gerçekleştirmek için maliyetli olması nedeniyle harcama yapmaktan kaçındıkları için çevrelerindeki canlıların yaşamına, ekolojik dengeye, büyük zarar vermektedirler. Genellikle bu vurdumduymazlığı hükümetlerin, mahalli idarelerin göz yumması ve bazen de işbirliği ile yapmaktadırlar. Çevre halkını da genellikle para ile susturmaktadırlar.
- Maden sahası atıklarının ve maden atıklarının düzgün depolanıp, sonra bunlar temizlenmesi gerekirken bunu yapmadıkları için bulundukları alanlara büyük zarar vermektedirler.
- Maden çıkarmada kullanılan cıva ve diğer kimyasal sızıntıları yaşam için tehlikeli olmaktadır. Keza bazı madenlerin kendisinden de çevreye zehirli gazlar yayılabilmektedir.
- Ormanlık alanlarda işletilen madenler nedeniyle ormanlar tahrip olmaktadır.
- Petrol çıkarmada ve taşımada, kazalar ve normal yollardan olan sızıntılar karalara ve denizlere büyük zarar vermekte ve o bölgedeki kara ve deniz yaşamını yok ettiği gibi ekolojiyi bozmaktadır.
- Petrol kuyularından çıkan gazların yakılması sürekli atmosfere karbondioksit (CO2) salmakta ve küresel ısının artışına hizmet etmektedir.
- Gaz sızıntıları çevre canlılarının yok olmasına ve atmosferin kirlenmesine sebep olmaktadır.
- Büyük gemilerle denizlerin dibi tarandığı için kısa zamanda balıkların nesli kurutuluyor. Yumurtalar ve yavru balıklar ölüyor, avlananların yerine yeni balık yetişmesi önleniyor. Aynı zamanda deniz dibindeki bitkileri ve mercan resiflerini de tahrip ettiği için balıkların yiyecek alanları yok ediliyor. Ne yazık ki balıkçılık sektörü bu işi hükümetlerin teşvikleriyle yapıyor.
- Kimya sektörünün verdiği zararlar çok daha büyük. Artan büyük nüfusu doyurabilmek ve sözde gıda verimini artırmak için hükümetler de bunların verdiği zararlara göz yumuyorlar.
- Bu sektör yaptığı zirai ilaçlarla bütün tarım toprağının kalitesini bozuyor, toprağa atılan zehirli ilaçlar bütün faydalı organizmaları öldürüyor, zararlı haşeratların ayakta kalmasını sağlıyor.
- Toprağın sulanması veya yağışlar nedeniyle sulara sızan zehirler akarsuların, göllerin ve yer altı sularının kirlenmesine sebep oluyor.
- Yapılan ilaçlamaların meyve, sebze ve diğer bitkilere nüfuz etmesi nedeniyle insanların, özellikle de çocukların yedikleri bu zirai ürünlerden aldıkları zehir vücutlarında çeşitli hastalıkların çıkmasına ve zehirlenmelerine sebep oluyor.
- Verimliliği artırmak için üretilen GDO’lu sunî tohumlar insanların sağlığına zarar veriyor. Kanser hastalığı başta olmak üzere hastalıklar artıyor.
- Bütün bunlar en büyük çevre düşmanı faaliyetlerdir.
- Ağaç endüstrisi, özellikle ormanlarda kesim yapan büyük firmalar Amazon Ormanlarını, ekvator ormanlarını ve diğer orman ülkelerinin ormanlarını, plansız ve kuralsız çalışmaları ile acımasızca yok ediyorlar. Dünya’nın oksijen fabrikasını tahrip edip, küresel ısınmaya hizmet ediyorlar.
- Endüstri tesislerinin pek çoğu, atıkları için tasfiye tesisi kurmadıkları için çevrelerindeki dereleri, ırmakları, dolayısı ile denizleri ve gölleri kirletip buralardaki canlıları yok ediyorlar.
- Bu yüzden bugün batı ülkelerinin ve ülkemizin birçok akarsuyu kullanılmaz hale gelmiştir. Tuna Nehri, Volga Nehri, Sakarya Nehri bunların somut örnekleridir.
- Halkların bilinçsizliği nedeniyle gelişi güzel atılan naylon maddeler, pet şişeler ve çeşitli atıklarla çevre kirletilmektedir.
- Bütün bu faktörlerde dünya yaşamına büyük zarar veriyor. Küresel ısınmaya ilaveten dünya yaşamının çöküşüne katkıda bulunuyor.
Yukarıdan beri anlatılan bütün bu zararlı faaliyetler hükümetlerin bilgisi altında ve hükümetlerin göz yumması ile oluyor. Eğer bizi yönetenler kısa vadeli işlerden kendilerini biraz ayırıp uzun vadeli düşünseler ve adil davransalar bunları önleyecek tedbirleri alabilirler. Küresel ısınma konusunda geç kalındıysa da bu konularda gecikme olmaz, netice müeyyide uygulayacak kanunları çıkarıp, çıkarmamaya bağlı.
C. GLOBAL NÜFUS ARTIŞI
“Worldometers –Real Tim World Statistics” isimli kuruluşun anlık açıklamalarına göre 25 Eylül 2012 itibari ile Dünya nüfusu 7,068 milyardır. Yıllık doğum sayısı takriben 137 milyon, yıllık ölüm sayısı ise, 58 milyondur. Yıllık nüfus artışı ise doğanla, ölenin farkı olan 79,4 milyon ve % 1,1 dir. Eğer Dünya nüfus artış oranı bugünkü seviyesinde sabit kalırsa 10 – 12 sene içinde Dünya nüfusu 1 milyar daha artarak 8 milyarı geçecektir.
Nüfus artışı istatistiklerine baktığımızda 112 ülkenin nüfus artış oranı % 1,1’den fazla, ortalama % 2’nin üzerindedir. 76 ülkenin nüfus artışı ise % 1 ve % 1’in altındadır. ortalama % 0,6 civarındadır. 40 ülkenin nüfus artışı ise, % 0 ve eksidir.
Nüfusu 100 milyondan fazla olan 12 ülkeye baktığımızda, bu ülkelerin toplam nüfusu 4.320.262.260 olup, nüfus artış oranları şöyledir;
Çin 1.343.239.923 % 0,5
Hindistan 1.205.073.612 % 1,3
Amerika 313.847.465 % 0,9
Endonezya 248.645.008 % 1
Brezilya 199.321.413 % 0,9
Pakistan 190.291.129 % 1,6
Nijerya 170.123.740 % 2,6
Bangladeş 161.083.804 % 1,6
Rusya 142.517.670 % 0
Japonya 127.368.088 % - 0,1
Meksika 114.875.406 % 1,1
Filipinler 103.775.002 % 1,9’dur.
Dünya nüfusunun % 61’ni oluşturan bu 12 ülkenin ortalama nüfus artışı yaklaşık % 1’dir. Dünya nüfus artışını durdurmak için ülkelerin aldığı bütün tedbirlere ve ailelerin bilinçlenmesine rağmen, yukarıdaki verilerden de görüleceği üzere Dünya nüfus artışını yıllık % 1’in altına düşürmek kısa vadede mümkün görülmüyor. Bu trendin devam etmesi halinde Dünya nüfusu 2050 yılında 10 milyarı geçecektir.
Dünya nüfusu, Mısır Piramitlerinin inşaatı sırasında 30 milyon idi. Londra’daki “Big Ben” saat kulesinin inşaatında 1836-1838’de 1 milyar idi. 80 yıl sonra 1918’de 2 milyar ve 1973’de 4 milyar oldu. Son 39 yılda 7,069 milyara ulaştı. 2050 yılına varmadan 10 milyara ulaşacaktır. 60 sene sonra ise, 14 milyara çıkacağı hesaplanıyor.
Peki Dünya nüfusu bu değerlere ulaşırsa Dünya’da neler olacağına bir göz atalım;
• Dünya şehir nüfusları bugünküne oranla 7 – 8 misli artacaktır.
• Artan bu nüfusun konut ihtiyacı için her boş alana inşaat yapılacak. Ancak bu yetmeyeceği için devasa yükseklikte gökdelenler dikilme zorunluluğu doğacak.
• Buna rağmen konut inşaatları yetmeyeceği için insanlar kalacak yer için her yeri işgal etmeye başlayacak. Bunun sonucu anarşi doğacak.
• Dünya su kaynakları tüm ihtiyacı karşılamadığı ve büyüyen şehirlerin altyapı yetersizliği nedeniyle su yetmezliği, büyük sıkıntılar ve kargaşa yaşanacak
• Gıda yetersizliği had safhaya varacak. Tahıl ve sebze üretimi için ormanlar kesilerek yeni tarım alanları açılmaya çalışılacak.
• Keza yeni yerleşim alanları açmak için de orman kesimi devam edecek. Bunun sonucunda eko sistem bozulacak, Dünya’nın oksijen kaynağı çok azalacak, iklimler değişecek, atmosferde CO2 emisyonu aşırı artacak.
• Dünya’nın tahıl üretimi şimdi bile tüm nüfusu doyuracak seviyede olmadığına göre, o zaman milyarlarca insan aç kalacak. Yiyecek temini için büyük anarşi çıkacak. Gıda fiyatları anormal artacak, pek çok kişinin bunları alma gücü olmayacak. Hiper enflasyon dönemleri yaşanacak.
• En zengin tarım ülkesi olan Amerika dahil hiçbir ülke kendine yeterli olmayacak.
• Karada yeterli yiyecek bulamayan insanlar denizlere, okyanuslara hücum ederek en derinlerde bile balık avlamaya çalışacak. Bunun sonuçları deniz canlılarının da kökü kurutulacak.
• Bir yerden bir yere gıda taşımaya çalışan ağır vasıtalara yollar yetmeyecek. Ağır trafik yüzünden hasar gören yollar, yıkılan köprüler ekonomik sıkıntı nedeniyle tamir edilemeyecek, yenileri yapılamayacak, ulaşımda bir kaos yaşanacak.
• Milyarlarca kişi evsiz kalacak. Bunlar parkları, kamu binalarını, istasyonları, özel yapıları işgal edecekler. Açık alanlar çadır kentlerle dolacak.
• Hiçbir toplu taşıt aracı ihtiyacı karşılamayacak, insanlar uzak mesafelere dahi yaya gitme zorunda kalacak.
• 100 katlı, 200 katlı gökdelenlerde yaşayanlar başta olmak üzere, altyapı yetersizliği ve yenilerinin yapılamaması nedeniyle şehirlerde yaşayanlara yeterli su ve elektrik verilemeyecek. Buralarda yaşayanlar sefaletle boğuşacak. Şehirlerin çok büyümesi nedeniyle kanalizasyon şebekeleri yetmediği için, özellikle yağmurlardan sonra taşan kanalizasyonlar nedeni ile bütün sokak ve caddelere taşan kirli sular evlere kadar girecek.
• Tüm belediye hizmetlerinin yapılamaması nedeniyle sokaklar, caddeler çöp dağlarıyla dolacak.
• Çöp dağları ve kanalizasyon taşmaları nedeniyle fareler her yeri işgal edecek ve bunun sonucu salgın hastalıklar başlayacak.
• Aşırı derece yükseklikte veya yoğunlukta inşa edilen milyonlarca ton ağırlığındaki gökdelenler, ağırlıkları nedeniyle depremleri tetikleyecek.
• Nüfus o kadar artacak ki boş alanlarda yaşayanlara ilaveten, evler işgal edilecek. Bir dairede bir aile değil, birkaç aile birlikte yaşamak zorunda kalacak.
• Yeni devasa binalar ve diğer binalar için yeterli miktarda kereste bulmak için ormanlar yok edilecek. Çelik üretimi ve inşaat malzeme üretimi zor günler yaşayacak.
• Şehirlerde su kullanımı vesikaya bağlanacak. Zira yer altı suları ve nehirler büyük oranda tüketilmiş olacak. Nehirlerin suları son noktasına kadar kullanılıp kuruduğu için bunların beslediği göller de kuruyacak.
• Su kaynaklarının yok edilmesi ile tarım da susuz kalacak. Bunun yerine suya bağlı olmadan yetişebilen bitki türleri geliştirmeye çalışılacak.
• Artan bu nüfusun, yapılan inşaatların, endüstri tesislerinin, büyüyen şehirlerin elektrik enerji ihtiyacı had safhada artacak, bunun için alabildiğine enerji santralleri kurulacak. Bu da Karbondioksit CO2 emisyonunu süratle artırarak küresel ısınmayı had safhada hızlandıracak. Zaten nüfusun hızlı yok oluş nedeni ile iyice azalsa bile bu küresel ısınma Dünya yaşamını büyük oranda yok edecek.
• Elektrik üretimi yetersizliği nedeniyle elektrik belli zamanlarda verilebilecek, şehirlerdeki nüfusun çoğunluğu, gökdelenlerde yaşayacağı için bunların asansörleri çalışmayacak, suları akmayacak, buralarda yaşayanlar tam bir sefalete mahkum olacak. Geceleri tüm elektrikler söndürülecek ve her yer zifiri karanlığa bürünecek.
• İnsanlar gıda bulmak ve su almak için kuyruklarda saatlerce bekleyecek, bunun için kanlı kavgalar olacak.
• Susuzluktan tarım alanları kuruduğu, çevre kirliliğinden ve aşırı avlanmadan balık nesli de tükendiği ve kurulan suni balık çiftlikleri de ihtiyacı karşılayamadığı için Dünya’da açlık ve susuzluk had safhaya çıkacak, bunun sonucunda Dünya çapında göçler başlayacak. Bu göçler esnasında anarşi ve kanlı olaylar başlayacak.
• Göç eden insanlar sınırlı miktarda var olan su kaynaklarına yönelecek, bu göçler esnasında milyonlarca insan ölecek. Boşalan şehirlerde evler boş kalacak. İnsansız şehirler ortaya çıkacak.
• Göçler, gıda ve su savaşları, anarşik olaylar nedeniyle Dünya nüfusunun çok büyük bir kısmı yok olacak.
• Nüfus iyice azaldıktan sonra, Dünya kendisini toparlamaya başlayacak, yeraltında biriken sular, nehirler ihtiyacı karşılar hale gelecek. Yok olan ormanlar, bitki örtüleri yeşermeye başlayacak. Denizler kendini toparlayacak, deniz canlıları ve balıklar üremeye başlayacak ve Dünya’da yeni bir düzen ve yeni bir yaşam başlayacak.
Görüldüğü üzere bugün bile, Dünya nüfusunun geldiği bu noktada ortaya çıkan sorunlarla başa çıkmada büyük güçlükler yaşanırken, gelecekte artacak nüfusun sorunlarıyla başa çıkmak mümkün görülmüyor. Devletler ne tedbir alırsa alsın, ne gibi programlar yaparsa yapsınlar hepsi boşlukta kalmaya mahkum görünüyor.
Yukarıdan beri anlatılmaya çalışıldığı üzere Dünya yaşamı, küresel ısınma, çevre kirliliği ve nüfus artışı gibi üç kıskacın altında inim inim inliyor. Yardım için avaz avaz bağırılıyor. Ama maalesef bu çığlıkları duyan insan sayısı çok az. Duyması ve gerekli tedbirleri alması gerekenler duymamazlıktan geliyorlar. Öyle görünüyor ki, bu üç olaydan sadece birinin gerçekleşmesi Dünya yaşamını yok etmeye yetiyor. Üçünün de birden olması şart değil. Zaten her olay da birbirini tetikliyor. Hepsinin temelinde de insan var. Bunların bu hale gelmesi insan hatası yüzündendir. Küresel ısınmaya neden olan sebepler, çevre kirliliğini doğuran hatalar, nüfus artışını önleyecek tedbirleri almayan aileler ve devletler görevlerini bihakkın yapmadıkları için bu işlerin baş sorumlularıdır. Üstelik Rusya ve Türkiye gibi ülkelerin devlet ve hükümet başkanları nüfus artışını teşvik etmektedirler.
Dünya’yı yok oluşa doğru götüren bu üç olaydan en öncelikli olanı küresel ısınmadır. Çünkü bu olaya kısa bir süre içinde çözüm bulunamazsa dönüşü olmayan bir noktaya gelinecektir.
İfade edilen bu sorunları çözebilecek ve dünyayı uzun yıllar yaşanabilir hale getirebilecek tedbirleri alacak ve gerekli düzenlemeleri yapacak dünya devletleri ve liderlerine ihtiyaç var. Ancak bugün kendilerini belki de lider olarak tanımlayan, çoğu seçilmiş devlet başkanları ve üst düzey yöneticileri, kendilerini kısa vadeli sorunlardan, kalkınma hırsından, ekonomi güç kavgasından ayırıp uzun vadeli sorunlara odaklanmadıkça ve dünya yaşamının tehlikede olduğuna inanmadıkları sürece bu problem çözülmez ve her şey gideceği yere gider.
Bir toplantıda T.C.’nin yetkili bir bakanına Türkiye’nin küresel ısınma ile ilgili bir planı ve programı olup olmadığını sorulduğunda verilen cevap “elle gelen düğün bayramdır” oldu. Böylece de bu kısa cümleyle programı açıkladı. Başta Dünya’yı en çok kirleten ülke Çin olmak üzere dünya devletlerinin çoğunun görüşünün de bundan farklı olmadığını ve küresel ısınmaya inanmadıklarını ifade etmek herhalde yanlış olmaz.
Belki bu bir komplo teorisi olacak ama dünyayı yöneten büyük devletler, dünyadaki bu aşırı nüfus artışının getirdiği büyük problemlerin halen altından kalkamadıklarını ve bu problemlerle ileride hiç başa çıkamayacaklarını anladıkları için dünya nüfusunu alabildiğine küçültmek adına küresel ısınmayı sinsice destekliyorlar mı diye düşünmek insanın aklına gelmiyor değil. Yoksa şu anda olup bitenlere kayıtsız kalmak normal yoldan izah edilebilecek bir şey değil.
İşin mistik tarafına gelirsek görünen o ki, kim ne derse desin, bilim nasıl yorumlarsa yorumlasın, galiba Maya kehanetleri gerçekleşmeye doğru gidiyor. Maya’lar tarafından 21 Aralık 2012 de başlayacağı söylenen yeni çağ felaketler silsilesi ile dolu geçecek. Bu felaketler sonunda Dünya kendisine eziyet eden bu insanlık safrasını üzerinden atıp kendini yenileyerek yeni bir altın çağ başlatacaktır. Bu altın çağ da, çok azalan nüfusu ile ve DNA’ları değişmiş, beyin kapasiteleri artmış, daha bilinçli insanlarla, kendini toparlayıp yenilenmiş bir Dünya üzerinde yaşamak herhalde gerçek bir altın çağ olacaktır.
Demek ki; bu büyük şölene Dünya halkları olarak bir bayram havası içinde gideceğiz, Allah sonumuzu hayra getirsin.
0 Yorum
Yorum Yapın
email adresiniz yayınlanmayacaktır. Lütfen zorunlu alanları doldurunuz *
Yaşar Özkan Hakkında
1932 yılında Nevşehir-Avonos’a bağlı Göynük köyünde doğdu.
İlkokulu köyünde tamamladıktan sonra, 1950 yılında Tophane Sanat Okulundan ve 1955 yılında da o zaman ki adıyla “İstanbul Teknik Okulu” şimdiki “Yıldız Teknik Üniversitesi” Makine Mühendisliği bölümünden mezun oldu.