Dünya Üzerindeki Gizemli Yapılar
Bugün günümüze kadar gelen, kimisi sapasağlam, kimisi kısmen yıpranmış bulunan heybetli yapılardan ve bazı arkeolojik buluntulardan anlaşıldığına göre, binlerce yıl önce Dünya üzerinde birbirlerinden çok uzak yerlerde farklı kıtalarda devasa büyüklükte yapılar inşa edilmiştir.
Bu yapıların müşterek özelliği hemen hemen hepsinin devasa büyüklük ve ağırlıkta taş bloklardan, bugün dahi sırrı çözülmeyen değişik teknolojiler kullanılarak yapılmış olmaları, dini inançlara ve astronomiye yönelik bulunmalarıdır.
Diğer taraftan bu yapılar incelendiğinde hepsinin de aşağı yukarı benzer teknolojilere göre inşa edildiği görülmektedir. Tümünde müşterek olan yönler ise; hemen hemen hepsinde 2,5 Ton ila 70 Ton ağırlığında taş blokların kullanılması. Bu taş blokların birbirine bakan yüzeylerinin çok hassas bir şekilde kesilerek birbirine alıştırılmış olması, taşları birbirine bağlayan herhangi bir harç kullanılmamış olması. Taşların birbirine kilit görevi yapacak şekilde ve çok düzgün bir yüzey teşkil edilerek pürüzsüz bir tarzda yerleştirilmiş olmalarıdır.
Bu yapılar o kadar yüksek teknolojilerle inşa edilmiştir ki binlerce yıldır Dünya üzerinde yaşanmış olan, sayısını ve şiddetini bilmediğimiz depremler ve çeşitli tabi afetlere rağmen bunların çoğu günümüze kadar sapasağlam gelmiştir. Sanki bunların hepsi aynı eğitimi görmüş mühendislerin elinden çıkmış gibidir.
Bu tür eserlere bugün Mısır’ da piramitlerde ve sfenksin yapımında, Güney Amerika’da, Çin piramitlerinde, Uzak Doğu’ da çeşitli mabetlerde rastlanmaktadır.
Binlerce yıl önce, o zamanın insanları bugünkü yüksek teknolojili bilgi iletişim araçlarına, modern ulaşım araçlarına sahip olmadıklarına göre birbirlerine bilgi ve teknoloji aktarmaları mümkün görünmüyor. O zaman nasıl oluyor da Dünya’nın çok uzak bölgelerinde benzer teknolojilere göre bu inşaatları yapıyorlardı. Üstelik bu devasa taşların çok uzak mesafedeki ocaklardan hangi teknolojiyi ve teknolojik aletleri kullanarak çıkarıyorlardı. Ocaktan çıkan devasa taşları nasıl taşıyor, hangi alet ve teknolojileri kullanarak bu taşları işleyip, 150 metreye varan yüksekliklere hangi araçlarla kaldırıp yerine yerleştiriyorlardı. Üstelik bugüne kadar hiçbir arkeolojik araştırmalarda ne bu aletlere, ne de kaldırma araçlarına hiçbir zaman rastlanmadı. İşte bütün bu nasıl ve nedenler günümüze kadar hep tartışılmış olup halen tartışılmaktadır.
Bu inşaatların sırrını çözmek için bilim adamları ve bazı araştırmacılar tarafından çeşitli deneyler ve uygulamalar yapılmışsa da bunların hiçbirisi meseleyi net olarak aydınlatacak şekilde sonuçlanmamıştır. Bütün bu çalışma ve araştırmalar teoriden öteye gitmemiştir.
Şimdi bu gizemli yapılardan bize en yakın ve güncel olan Mısır’ da ki Gize Piramitleri hakkında özet bilgiler vererek kabaca bu antik yapıyı tanımaya çalışalım.
MISIR-GİZE PİRAMİTLERİ
Tarihçiler ve araştırmacılar tam bir ittifak halinde olmasalar da Gize’ de ki 3 adet piramidin M.Ö 2514 de tahta çıkan 4.ncü sülaleden Firavun Sneferu tarafından inşaatına başlandığını iddia ederler. Ancak piramitler üzerinde yapılan testler farklı sonuçlar doğurduğu için bu tarihlemede kesin bir ittifak yoktur. Piramitlerin bu tarihlerden çok öncelere ait olduğu iddiaları yoğundur.
Piramitlerin yapımı sadece inşaat teknikleri olarak değil, astronomik değerler, matematik ve inanç yönünden de bir çok gizem ve bilgiler içermektedir.
Piramitlerin yapıldığı dönemde Mısır’ da yıldız dini hakimdi. Dokuz Tanrılı bir sistem vardı. Baş Tanrı Atum ve diğer Tanrıların Orion Yıldız kuşağındaki Sirius (Akyıldız) yıldızından geldiklerine inanılıyordu. Bu nedenle de Gize’ deki Keops, Kefren ve Mikerinos piramitlerinin yerleşim planı da tıpa tıp Orion kuşağındaki yıldızların konumuna uygun olarak düzenlenmiştir. Bu seçimi yaparken yüksek astronomi bilgilerine ve güçlü inançlarına uyumlu hareket etmişlerdi.
Gize’ de ki üç piramidin en büyüğü Keops (Khufu) piramididir.
KEOPS (KHUFU) PİRAMİDİNİN BAŞLICA ÖZELLİKLERİ
- NASA tarafından yapılan hassas hesaplamalara göre, Keops (Khufu) piramidinin oturma alanı Dünya’nın kara parçalarının merkezidir.
- Bu merkezden geçen boylam, Dünya’nın denizleri ile karalarını iki eşit parçaya bölmektedir.
- Piramidin Dünya’nın merkezine olan mesafesi ile kuzey kutbuna olan mesafesi ve ayrıca kuzey kutbunun da Dünya’nın merkezine olan mesafesi aynıdır.
- Piramidin tabanı kare şeklindedir. Bu kare tabanın her bir kenarı çok hassas bir şekilde doğu, batı, kuzey ve güney yönlerine göre oturtulmuştur.
- Kare tabanın her bir kenarı yaklaşık 230 metredir.
- Piramidin taban çevresi aşınmış haline göre 920 m’dir.
- Piramidin aşınmış haline göre yüksekliği 147 m’dir.
- Piramidin tabanının çevre uzunluğunun, yüksekliğinin iki katına bölümü yaklaşık, matematikteki meşhur π(pi) katsayısına eşittir. (Taban çevresi / 2xh= π)
- Piramidin aşınmış haldeki bugünkü yüksekliği 147 metre olmakla beraber, üzerinden sökülmüş olan kaplamalar ve aşınmalarda dikkate alındığında gerçek yüksekliğinin bir miktar daha büyük olması gerekir. Bu hususu dikkate aldığımızda piramidin yüksekliği Güneş’in Dünya’ya olan uzaklığının milyarda biridir.
KEOPS PİRAMİDİNİN YAPIM ÖZELLİKLERİ
- Piramidin kocaman kütlesinde boşluk olarak sadece birkaç oda bulunmakta olup, kendisi içi dolu koca bir taş kütlesidir. Yapılan hesaplamalara göre, piramidin yapımında her biri 2,6 tonluk 2,5 milyon adet, toplam 6,3 milyon ton taş kullanılmıştır.
- Taş bloklardan ibaret gövdenin üzeri her biri 10-15 ton ağırlığındaki üzeri cilalanmış kireç taşı blokları ile kaplanmıştır. (Şimdi çok az kısmı hariç bu kaplama yok, sökülüp cami v.s inşaatlarda kullanılmış)
- Bu taş kaplamanın birbirleri ile birleşen kenarları o kadar hassas kesilmiş ki, birleşme yerlerine jilet bile girmemektedir.
- Piramidin içinde kral ve kraliçe odaları ile bu odalara giden 105,15 metre boyunda, 1,04 metre eninde ve 1,19 metre yüksekliğinde 26 derece eğimli bir tünel bulunmaktadır.
- Özellikle kral odası inşaatında üstün teknoloji kullanılmıştır. Boyu 10,46 metre, eni 5,25 metre ve yüksekliği 5,81 metre olan bu odanın duvarları ve tavanı üzerleri çok iyi polisajlı yüksek teknoloji ürünü siyah granitle kaplanmıştır. Duvar ve tavanda kullanılan bu granit bloklarının her biri 30 ton ağırlığındadır. Ek yerlerinde harç veya herhangi bir tutucu yoktur. Kenar kesimleri ve birleşimleri kusursuzdur. Granit gibi çok sert bir malzemeyi makine ve alet olmadan bu kadar hassas işlemek elle mümkün değildir. Ama bugüne kadar herhangi bir makine ve alet kalıntısına rastlanmamıştır.
- Kral odasının ortasındaki kırmızı granitten içi oyularak yapılmış boş lahit ise ayrı bir şaheserdir. Taş kütle içindeki boşluğun kenarları, kenar açıları o kadar hassas ve yüzeyleri o kadar düzgün ki, yapılan incelemelerde bu düzgünlüğün sağlanmasının yüksek bir teknoloji ürünü olduğu tespit edilmiştir.
- Bu teknolojinin, boğaz kısmına bir parmağın dahi zor girdiğini taş vazoların içinin oyulmasında da kullanıldığı zannedilmektedir. (Bu vazolar Mısır müzelerinde teşhir edilmektedir.) Ancak bunun nasıl ve ne tür bir teknoloji ile yapıldığını henüz hiç kimse bilmemektedir.
- Kral ve Kraliçe odalarından piramidin güney ve kuzey yüzlerinde belli yıldızları hedefleyerek çıkan 22x23 cm ebadındaki şaftların ve daha piramit içerisinde ulaşılmayan yerlerin sırları çözülmüş değil.
- Keza piramitlerin inşaatı esnasında, inşaat mahallinden 40 km uzaklıkta ve Nil nehrinin karşı sahilindeki taş ocaklarından 2,6 ton ile 30 ton ağırlığındaki taş blokların nasıl çıkarıldığının, o mesafeden Nil Nehri de geçilerek iş mahalline nasıl taşındığının, 150 m yüksekliğe kadar nasıl kaldırılıp yerine konduklarının sırrı halen çözülebilmiş değil. İleri sürülen tezlerin hiçbiri ayağı yere basan görüşler değil, ciddi iddialara göre o dönemde Mısırlılar geliştirdikleri ses dalgaları ve manyetik alan teknolojileri ile yerçekimi kuvvetini yok edip, dev taş blokları birer tüy gibi hareket ettirebiliyorlardı.
- O dönemin insanları, bizim halen ulaşamadığımız doğa güçlerini, bizim bilmediğimiz yollardan kullanabiliyorlardı.
- Diğer bir iddia ise, piramitleri ve piramitlerden çok daha eski olan Sfenksi Atlantislilerin yaptığı idi.
Yukarıdan beri özetlemeye çalıştığım bu gizemli eserleri yapanlar çok iyi matematikçilerdi, çok iyi mühendis ve ustalardı, çok iyi statikcilerdi, astronomi bilgileri muhtemelen bugünkünden çok daha ilerideydi, bizim bilmediğimiz üstün teknolojilere sahiptiler, doğa güçlerini kullanabiliyorlardı, inanç sistemleri çok güçlüydü. Bütün bunlar yaptıkları eserlerden ve eserler üzerine yaptıkları işaretlemelerden anlaşılmaktadır.
Bizim yazılı tarihimize bakarsak, M.Ö 2500-3000’lerde insanlık cahillik dönemini yaşıyordu, hele son yıllarda yapılan bilimsel çalışmalarla 15000 yıl önce yapılmış olduğu tespit edilen, Dünya’nın en büyük, en görkemli, en sanatkârane heykeli olan Sfenks’ in yapıldığı yıllarda insanlar mağaralarda yaşıyor, avcılıkla geçiniyorlardı. Şimdi biz bu yazılı tarihe mi inanalım, yoksa ortada var olan eserlere göre bir yargıda mı bulunalım. Her halde bu yalancı tarihe değil, gözümüzün önünde dimdik duran eserlere inanacağız.
Peki kimdi bu insanlar. Bu insanlar sadece Mısır’ da ortaya çıkıp bu devasa yapıları yapmadılar.
Hemen hemen aynı dönemlerde benzer yapıların Güney Amerika’ da, Tibette, Hindistan’ da ve Uzak Doğu’ da yapılmaya başlandıklarını görüyoruz. Demek ki o dönemde bugün kimsenin net olarak izahını yapamadığı bir şeyler olmuş. Dünya’ da üstün bilgi ve teknolojiye sahip bir oluşum ortaya çıkmış. Biz bunları inkar etsek bile karşımızda duran eserler gözümüzün içine baka baka biz gerçeğiz diyorlar.
Bugün sadece madde üzerinde yoğunlaşmış bilimimiz elle tutmadığı, dokunmadığı, ölçüp tartmadığı, laboratuvarda deneylemediği veya gözlemleyemediği hiçbir şeyi bilimsel kabul etmeyip reddettiğine göre bu gizemin çözümünü bilim adamlarından beklemek nafile .
Meşhur araştırmacı yazarlardan Augustus Le Plongeon’un yaptığı araştırmalardan ve James Churcward’ ın Tibette 15 yıl süreyle üzerinde çalışıp şifrelerini çözdüğü 15000 yıllık tabletlerden anlıyoruz ki bir zamanlar bu Dünya’ da MU medeniyeti ve Atlantis medeniyeti diye çok gelişmiş iki medeniyet vardı. Bu medeniyetler 12000 yıl evvel doğal afetler nedeniyle battı. Batmadan evvel gelişmiş bir çok insanını Dünya’nın birçok bölgesine dağıtarak, yukarıdaki eserlerin bu kişiler tarafından planlanıp yapıldığı iddiaları ağır basmaktadır. Ama bu gerçeği bizim materyalist bilimimiz kabul etmez.
Diğer meşhur araştırmacı yazar Zecharia Sitchin ise uzun süre Sümer tabletleri üzerinde yaptığı araştırmalar sonunda yazdığı ve satış rekorları kıran “12 Gezegen” adlı kitabında ve diğer kitaplarında yazdığı ve iddia ettiği üzere yaklaşık 450 bin yıl önce Dünyamıza Nefilimler denen uzaylılar (Marduklular) gelmişler, Dünya’ da takriben 300 bin yıl kalmışlar. Dünya’daki ilkel insanların genetiklerini değiştirerek bugünkü Cro-Magnon insan neslinin doğmasını sağlamışlar ve Nuh tufanının başlaması ile de Dünya’yı terk etmişler. Bu uzaylılar 3-5 metre boyunda binlerce sene yaşayan farklı varlıklarmış.
Diğer tarafta benzer olayı Mısır’ da Firavun Akhenaten ile eşi, aynı zamanda kız kardeşi Nefertiti içinde iddia edilir. Firavun Akhenaten’ ın boyunun 4,4 metre, Nefertiti’ nin boyunun da 3 metre civarında olduğu söylenir. Nefertiti’ nin bulunan heykellerinden görüldüğü üzere kafa ve vücut yapısı uzaylılara benzer, arkaya doğru uzayan sivri bir kafası vardır. Bu iki kişinin de uzay bağlantılı olduğu söylenir.
Neticede bu iddialara göre uzaylılar zaman zaman Dünyamızı ziyaret ediyorlarsa, bu yapıları Atlantislilerin veya uzaylıların yapmış olabileceği iddialarını da yabana atmamak gerek.
0 Yorum
Yorum Yapın
email adresiniz yayınlanmayacaktır. Lütfen zorunlu alanları doldurunuz *
Yaşar Özkan Hakkında
1932 yılında Nevşehir-Avonos’a bağlı Göynük köyünde doğdu.
İlkokulu köyünde tamamladıktan sonra, 1950 yılında Tophane Sanat Okulundan ve 1955 yılında da o zaman ki adıyla “İstanbul Teknik Okulu” şimdiki “Yıldız Teknik Üniversitesi” Makine Mühendisliği bölümünden mezun oldu.