Paris Antlaşmasına Rağmen İklim Değişikliği Sonucu Olanlar ve Olacak Olanlar!
Fosil yakıtların kullanılmaya başlandığı1800’lerden bu yana atmosfere salınan toplam karbondioksitin (CO2) yaklaşık yarısından fazlası son 30 yılda atmosfere salınmıştır. 1970’lerde 15 milyar ton/yıl salınım şimdi 37 milyar ton/yıla çıkmıştır.
Dünya nüfusunun kontrol edilemeden aşırı derecede artması, sanayinin çok hızlı ve olağanüstü gelişmesi, insanların aşırı refah seviyesinde yaşama isteği, enerji üretim ve tüketiminin çok büyümesi sonucu fosil yakıt tüketimi çok artmış ve bir ömür içerisinde Dünya’yı yok oluşun eşiğine getirmiştir.
2100 yılına varmadan karalarda ve okyanuslarda sıcaklık artışı 4°C’den fazla olacaktır.
Dünya Bankası tahminine göre, iklim değişikliği nedeniyle 2050’de dünyada mülteci sayısı 140 milyonu bulacak. BM tahminine göre ise iklim mültecileri sayısı bu sürede 200 milyon olacaktır. (M.S 100 yılındaki dünya nüfusuna eşit.)
İklim değişikliğindeki en büyük yıkım ve çöküş 2100 yılından sonraki yıllarda yaşanacaktır.
Halen bugüne kadar hiçbir koşulu yerine getirilemeyen 2015 yılı Paris Anlaşması’nın koşullarının tamamı uygulansa bile sıcaklık artışının 3,2°C olacağı bilim adamlarınca söyleniyor.
Buz kütlelerinde çöküş, 1,9°C sıcaklık artışından itibaren başlamaktadır. 3,2°C sıcaklık artışı sonucu deniz seviyelerinin yükselmesi ile 100 civarı büyük şehir su altında kalacaktır.
IPCC (Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli) raporuna göre, her şey bugünkü tempoda gitmeye devam ederse, 2100 yılına gelindiğinde sıcaklık artışının 4,5°C olacağını söylüyor.
2°C Sıcaklık Artışında: Buz tabakalarında çöküşler başlayacak ki günümüzde bu çöküşler gözlemleniyor. 400 milyon kişi daha su kıtlığından sıkıntı çekecek. Ekvator kuşağında yerleşim yerleri ve şehirler sıcaktan yaşanamaz hale gelecek, sıcaklardan kuzey bölgelerde bile binlerce kişi ölecek.
3°C Sıcaklık Artışında: Güney Avrupa, Türkiye daimî bir kuraklık içinde olacak, Kuzey Afrika ve Dünya’nın birçok yerinde kuraklık sürekli hale gelecek. Her yıl yanan orman alanlarının büyüklüğü Akdeniz Bölgesi’nde iki katına, ABD’de altı katına çıkacak.
4°C Sıcaklık Artışında: Çeşitli salgın hastalıkların yayılımı çok artacak. Küresel bazda yiyecek krizi her yıl yaşanacak. Sıcaklık nedeniyle ölüm olayları çok artacak, nehirlerin taşması ve sellerin büyüklüğü ve sıklığı nedeniyle Dünya üzerinde uğranılan zararların bedeli 600 trilyon doları, yani bugünkü dünyada mevcut GSYH’nin 6 katını aşabilecektir. Çatışmalar ve savaşlar iki katına çıkabilecektir.
Dünya’yı 2°C’lik ısınmadan koruyabilsek bile, atmosferimizde 500 ppm CO2 olacaktır.
İklim değişikliğini tersine çevirmeyi umabilirsiniz ama bunu yapamazsınız. Çünkü atmosferdeki CO2 100 yıl, metan gazı ise 200 yıl konumunu korur ve o değerlerde yaşanması gereken iklim değişiklikleri yaşanır.
Çok hızlı ve kapsamlı tedbirler alınmadıkça, fosil yakıt kullanımına şimdi olduğu gibi ağırlıklı olarak devam edildikçe bizi 4°C bir artıştan kurtaracak hiçbir çıkış yolu yoktur.
Dünya’da yaşanan ve yaşanmakta olan iklim felaketleri gösteriyor ki bu Dünya yaşamında normal yaşamın sonuna geldik. Bir daha normal olmayacak çünkü uzun yıllar atmosferin mevcut halini tamir edemeyiz.
Son 40 yılda Dünya’daki omurgalı hayvanların yarıdan fazlası öldü. Son 25 yılda da uçan böceklerin %75’i yok oldu. (Kaynak: World Willife Fund. (WWF))
Her 1°C sıcaklık artışı dünya GSYH’nin yaklaşık %1’i kadar bir ekonomik zayıflamaya sebep oluyor.
Dünya GSYH’si 94 trilyon dolar civarı.
2018’de Nature Climate Change dergisinde yayınlanmış bir rapora göre, Dünya 1,5°C değil de 2°C daha ısınırsa, sadece hava kirliliğinden 150 milyon kişi daha ölecek.
Sanayileşmiş ülkelerin tamamının bağımlı olduğu fosil yakıtlardan koparılma projeleri ne kadar zor olsa da Dünya yaşamının devamının sağlanması için bunun mutlaka 2040 yılına kadar yapılması gerektiğini birçok bilim adamı savunuyor.
Batılı devletlerin bugüne getirdiği küresel ısınma sorununun akıbetini ve şiddet derecesini başta Çin ve Hindistan olmak üzere gelişmekte olan ülkeler belirleyecektir.
Kısa bir süre önce yapılan hesaplamalara göre İngiltere’nin sera gazı (CO2) salınımının yarısı inşaatlardaki verimsizliklerden, atılmış ve kullanılmamış yiyeceklerden, giysilerden ve elektronik aletlerden kaynaklanıyor.
ABD’de ise bu enerji israfı, üretilen enerjinin 2/3’sidir. Bir rapora göre bu durum nedeniyle fosil yakıt sektörü her yıl 5 trilyon dolar civarında sübvanse edilmiş oluyor.
Başka bir rapora göre iklim sorunlarının çözümünde yavaş hareket edilmesi sebebiyle 2030 yılına gelindiğinde bu gecikme dünyaya 26 trilyon dolara mal olacaktır.
İsraf edilen bunca yiyecek, giyecek ve elektronik alet sarfiyatının karbon ayak izleri üretimden kaynaklı karbon ayak izinin yarısı kadar olup, bu geri kazanılmalıdır.
Bugün Bitcoin ve diğer dijital para madenciliği dünyadaki bütün güneş panellerinin ürettiğinden daha fazla elektrik tüketiyor. Yani bu yeni geliştirilen teknolojik icat yeşil enerji üretimi yoluyla, elde ettiğimiz elektriğin tümünü silip süpürecek. Bir taraftan enerji tasarrufu sağlayalım derken, diğer taraftan enerji sarfiyatlarını körükleyen yeni canavarlar yaratıyoruz.
Tahminlere göre dünyada üretilen enerjinin %70’i atık ısı olarak kaybolup gidiyor. Sözgelimi ortalama ABD vatandaşlarının karbon ayak izleri ortalama Avrupa vatandaşlarının karbon ayak iziyle sınırlansaydı, ABD’nin karbon salınımı yarıdan fazla düşerdi deniyor. Yani lüks ve aşırı konfordan vazgeçip daha sade yaşamak gerekiyor çünkü fazla konforlu yaşamak karbon ayak izini, dolayısıyla enerji israfını artırıyor.
Şu ana kadar yani 2022 itibarı ile iklimi değiştirecek, düzeltecek bir icat görülmedi. Bir devrim yapılamadı. Sadece tartışmalar var.
Çin dünyanın karbon izi en büyük ülkesidir. Dünyanın kömür enerji kapasitesinin yarısını yürütüyor.
Kentlerdeki beton ve asfalt gün içinde ortam ısısını emerek depoluyor. Geceleri bu salındığında yerel sıcaklığı 12 °C kadar artırıyor. Bu da ölümlere sebep oluyor.
CO2 yoğunluğu yüksek olduğunda bitkilerin yaprakları kalınlaşıyor. Bitkilerin kalın yaprakları da CO2’yi daha az emiyor.
İklim hareketleri, sel, tayfun, heyelanlar nedeniyle küresel düzeyde her yıl 75 milyar ton tarıma elverişli toprak kayboluyor.
Küresel gıda üretimi halen toplam sera gazı (CO2) salınımının %33’ünü oluşturuyor. Greenpeace’e göre iklim değişikliğinden kaçınmak için, dünya et ve süt üretiminin 2050’ye kadar %50 azaltılmış olması gerekiyor. (Başta ABD olmak üzere hiçbir ülke buna yanaşmaz.)
Sıcaklık artışı 2°C olduğunda Akdeniz Bölgesi ve Hindistan’ın büyük bir bölümünü kuraklık yutacak.
2004’te yayımlanan bir araştırmaya göre, 1950’den bu yana yetiştirdiğimiz bitkilerdeki yararlı vitamin ve diğer unsurların büyük bir bölümü 1/3 oranında azaldı. Bunlardan başlıcaları protein, kalsiyum, demir ve C vitaminidir.
Paris Anlaşması gereği yerine getirilip sıcaklık artışı 2°C ısınma sınırında tutulsa bile 2100 yılına kadar deniz seviyeleri 2 metre yükselebilecektir.
Dünyanın büyük kentlerinin yaklaşık 2/3’si sahil şeridinde bulunuyor. Keza büyük endüstriler, limanlar, donanma üsleri de sahil şeridindedir. Halen 20 cm’den daha fazla yükselmiş bulunan deniz seviyelerindeki bu yükselişler ivmelenerek artmaktadır. 2050’lerden sonra artış daha da hızlanarak 2100 yılı civarında deniz seviyeleri muhtemel 60 metre yükseldiğinde sahil şeridinde bulunan tüm şehirler ve yerleşim alanları ile büyük endüstriler sular altında kalacak. Bu bölgelerde yaşayan çok büyük insan nüfusu içerilere doğru göç edecek; içeride zor şartlarda yaşayan insanlar ve yeni göçmenler arasında ciddi boyutlarda çatışmalar ve yamyamlıklar yaşanacaktır. Dünya endüstrisinin tamamına yakını yok olacaktır.
Küresel boyutlarda sahil şeridinde yaşayan nüfus, dünya nüfusunun %40’ıdır.
2018’de yapılan bir araştırmaya göre 1992-1997 yılları arasında Antarktika buz tabakası her yıl ortalama 49 milyar ton buz kaybediyor iken, 2012 ile 2017 yılları arasındaki yıllık ortalama buz kaybı 219 milyar ton olmuştur. Artış %400’dür.
Antarktika kıtası 1950’lerden beri buz sahanlığının 33.670 km²’sini yitirdi. Şimdilerde erimeye ilaveten yüzlerce kilometre boyunda buz kütleleri çatlayarak kırılmaya başladı. Bu nedenlerle deniz seviyesi yükselme tahminleri tutmayıp, beklenen yükselmeler çok daha erken gerçekleşebilir.
Halen okyanuslara her dakika kişi başına 19 litre su ekleniyor. (Bu değer sadece ortalama bir Amerikalının yaptığı CO2 salınımından dolayı olandır.)
Ortalama bir Amerikalı başına her yıl Antarktika’daki buz tabakasından 10 bin ton buz eritecek kadar CO2salınımı yapılıyor.
Sıcaklıkların artmasının en büyük ve altından kalkılamayacak riski, Sibirya’da donmuş halde bulunan topraklardaki (permafrost) trilyonlarca ton karbondioksite eşdeğer metan gazının açığa çıkmasıdır.
Bilimsel hesaplamalara göre Sibirya’da donmuş topraklarda bulunan metan gazı miktarı 530 milyar tondur. Metan gazı küresel ısınmada CO2’den 21 kat daha fazla etkili olduğu için metan gazının CO2 eşdeğeri; 21x530 milyar = 11,13 trilyon ton ’dur. 2021 itibarıyla atmosferde bulunan CO2 miktarı 3,29 trilyon ton olduğuna göre Sibirya’da serbest kalacak metan gazı, atmosferdeki CO2 mevcut küresel ısınma etkisine ilaveten 3,43 katı kadar daha fazla ısınma etkisi sağlayacaktır ki bu durumda hiçbir çözüm yolu kalmamaktadır.
Maalesef korkulan sürece girilmiş ve Sibirya’daki donmuş topraklarda kısmi erime ve çözülmeler başlamıştır. Bu nedenden dolayı patlayıp açığa çıkan metan gazından dolayı birçok obrukların (çukurlar) oluştuğu yakın zamanlarda tespit edilmiştir.
Gezegenimizin %71’i suyla kaplıdır.
Bu suyun %2’den biraz fazlası tatlı sudur.
Bu %2’nin yarıya yakını (%1’i) sıvı sudur.
Geriye kalan ise buzullardan ibarettir.
Gezegendeki tatlı suyun %70’i – 80’i tarımda ve üretimde kullanılıyor.
%10 – 20’si sanayide kullanılıyor.
%0,007’si sadece 7 milyar insanın ihtiyacını karşılayabiliyorken halen 8 milyar insan tarafından kullanılıyor.
Muhtemelen ilerde 9 milyar insan tarafından kullanılacaktır.
Daha şimdiden dünyada bir tatlı su sorunu yaşanmaya başlamıştır.
2030 yılına gelindiğinde küresel çapta su talebinin, su arzını %40 aşması bekleniyor.
Dünyada 2,1 milyar insan güvenli içme suyuna erişemiyor.
4,5 milyar insan da sıhhi amaçla kullanılmak üzere güvenilir şekilde yönetilen suya erişemiyor.
Paris Konferansı hedefleri tutturulsa bile deniz buzlarının yanında, karasal buzulların büyük bir kısmı eriyeceğinden başta Hindistan olmak üzere birçok ülkede ciddi su krizleri yaşanacak. Muhtemelen ülkeler arasında su savaşları başlayacak, büyük göçler olacak.
Deniz suları ısınıp, asitleşme arttıkça balıklar kuzeye ve derin soğuk su bölgelerine göç edecekler, bu nedenle balık avcılığı zorlaşacak ve denizlerden besin elde etmede sıkıntılar yaşanacaktır.
Okyanus sularının ısınması, resiflerde bulunan ve fotosentez sayesinde mercanların enerji ihtiyacının %90’ını karşılayan Zooksantel adındaki tek hücreli canlının kaybolmasına sebep olur. Zooksantel, resifin besin kaynağı olup bir enerji zincirinin temel yapı taşıdır. Onlar ölünce bütün sistem açlıktan ölür ve resifler beyazlaşır.
2016’dan bu yana Avustralya’da meşhur Büyük Set Resifi’nin yarısı bu nedenle açlıktan ölmüştür. Yani beyazlaşmıştır.
Su sıcaklıkları arttıkça resiflerin ölümü de artacağı gibi sıcak sularda daha az oksijen olacağı için asitleşme de artacaktır. Böylece deniz canlılarının çoğu öleceğinden ilerde denizler besin kaynağı olamayacaktır.
Bir ortamda CO2 miktarı arttığında oksijen miktarı azalır. Kapalı alanlarda bu oluşum daha da fazladır. İlkokullarda dersliklerin CO2 değeri 1000 ppm civarıdır. Bu değerdeki CO2 ise bilişsel becerileri %21 azaltır. Keza uçaklarda CO2 oranı daha da fazladır. Uçak seyahatlerinde hissedilen sersemliğin sebebi budur.
Paris Anlaşması’nın uygulamasının başarılı olabilmesi için bu anlaşmayı onaylayan 195 ülkenin üzerlerine düşen görevleri eksiksiz yerine getirmesi ve CO2 salınımını yarı yarıya düşürmesi gerektiğini ancak bunun yanında atmosferden de CO2 emilmesini sağlayan negatif emisyon teknolojileri olmaksızın Paris İklim Anlaşması’nın hedeflerinin hiçbirine ulaşılamayacağı bazı bilim adamlarınca ifade ediliyor.
Teoride mümkün olan fakat fiiliyatta gerçekleşmesi mümkün olmayan bu teknolojiler de uygulanamayacağına göre Paris İklim Anlaşması da başarılı bir sonuca ulaşamayacaktır.
Atmosferdeki küresel CO2 salınımlarının sadece 1/5’nin ayrıştırılıp emilmesi için dünya çapındaki tüm petrol sanayisinin iki katı büyüklüğünde bir altyapının inşa edilmesi gerekecektir.
Bir hesaplamaya göre atmosferdeki CO2 değerini 100 ppm azaltabilmek için 100 milyon adet CO2 yakalama makinası yapılması ve çalıştırılması öngörülüyor. Bunun için de yukarıda söylenen çok büyük yatırımların yapılması gerekiyor.
Bütün bunların yapımı ve hayata geçirilmesi için çok uzun zamana ve trilyonlarca dolar paraya ihtiyaç vardır. Bunların hiçbirinin de kısa zamanda gerçekleşmesi mümkün olmayacağından Paris İklim Anlaşması ile küresel ısınmayı ve Dünya’da 6. yok oluşu durdurmak mümkün olmayacaktır.
Stanford Üniversitesinin 2017 yılında yayınladığı bir rapora göre, küresel CO2 yoğunluğunu 450 ppm seviyesinden yaşam için en uygun değer olan 350 ppm’e indirmemiz ve orada tutabilmemiz için özel sektörün her yıl 2,3 trilyon dolar harcaması gerekiyor. Bütün bu koşulların kısa zamanda yerine getirilmesi ve ihtiyaç duyulacak finansal kaynağın sağlanabilmesi pek mümkün görülmediğinden Paris İklim Anlaşması da diğer iklim anlaşmaları gibi sonuçsuz kalmaya mahkumdur.
Dünyayı yöneten tüm siyasi kadrolar, adına demokrasi denen ülkelerde seçimle sandıktan çıkan kişilerden ve demokrasi olmayan ülkeler de diktatörlerden oluşmaktadır. Seçim ile gelen ülkelerde oy kullanan halkın çoğunluğu cahil ve hangi dinden olursa olsun biraz da dinci oldukları için onların aydınlardan daha fazla olan oyları ile kendi kafa yapılarına uygun kişiler seçilerek ülkenin başına getirilmektedir. Diktatörlerde ise daha büyük felaketler yaşanmaktadır. Bu koşullar ile oluşan dünya liderlerinin çoğu da maalesef cahil ve yetersiz kişilerdir. Bu kişiler ise daha çok ele geçirdikleri iktidarı korumaya ve güç gösterisine odaklandıkları için bilimsel çalışmaları kale almamakta ve küresel ısınmayı, iklim değişikliğini hep doğal olaylar olarak değerlendirmişlerdir. Olaya hep böyle baktıkları için de bugüne kadar fosil yakıtları ortadan kaldırıp, onun yerini alacak çok daha verimli ve yeni enerjilerin bulunup hayata geçirilmesi için hiçbir destekte bulunmamışlardır. Şu anda uygulanmaya başlanılan Güneş, rüzgâr, HES ve biyoenerjiler yetersizdir. Bu enerjiler tüm fosil yakıtların yerini alamadığı gibi artan yıllık enerji ihtiyacını bile karşılayamamaktadır. Hele işin içine bir de ister yasal yollardan ister gayri yasal yollardan dijital para üretimleri gibi teknolojiler girdiğinde bu enerji türleri bir alternatif oluşturamamaktadır.
Esasında lider ülkelerin yöneticilerinin çoğu dev fosil yakıt üreticilerinin kontrolü altında oldukları için fosil yakıt üretimini aksatacak, onların önünü kesecek hiçbir girişimde bulunamamaktadırlar. Eğer bu yöneticiler aydın kişiler olsalardı ve dünya yaşamına saygıları olsaydı, insanlığa karşı bir merhametleri olmasa da kendi torunlarını düşünebilselerdi şimdiye kadar bir çözüm yolu bulurlardı. Uzay çalışmalarına, savunma sanayilerine, lüks yaşam üretimlerine harcanan ARGE çalışmalarının bir bölümü bile alternatif enerji ARGE çalışmalarına harcansaydı şimdiye kadar bu dünya fosil yakıt belasından çoktan kurtulur, temiz enerjilerle yoluna devam ederdi. Dünya’da da hayat ve canlılık sürerdi.
Bu yetersiz liderler bunları yapmadı ve yapmıyor. Sanki bu ülkelerin yöneticileri değil fosil yakıt üreticisi dev şirketlerin elemanı gibi hep onların yanında yer alıyorlar. Halen dünyada yeni petrol ve doğalgaz rezervleri bulma peşinde trilyon dolarlar harcıyorlar, güç gösterisi yapıp bu rezervler uğruna harpleri bile göze alıyorlar. Fakat dünya elden gidiyor, şu an çocuk yaştaki insanlarımızın hayatı ilerde yaşanamaz hale geliyor ve Dünya’da 6. yok oluşa adım adım yaklaşılıyorken bu insanlar bu varoluş – yok oluş sorununa çözüm bulmak için birleşip varını yoğunu bu temiz enerji işine verecekken, halen güçlerini yeni fosil yatakları bulmaya hasrediyorlar. Dünya büyük bir duyarsızlık içerisinde sanki güle oynaya kıyamete gidiyor.
İlk iklim konferansı 1972 yılında büyük bir heyecanla Stockholm’de toplandı. O zaman atmosferdeki CO2 oranı yaklaşık 328 ppm ve her yıl atmosfere salınan CO2 miktarı da 15 milyar ton/yıl idi.
İlk toplantıdan bu yana, ufak toplantıları saymaz isek, 17 iklim konferansı daha yapıldı. Aradan 50 sene geçti. Bu kadar toplantı ve aradan geçen 50 seneye rağmen en ufak bir ilerleme sağlanamadı ve durum çok daha kötüleşerek yok oluşun eşiğine gelindi.
Geldiğimiz noktada 12 Ocak 2022 itibari ile atmosferdeki CO2 oranı 418,18 ppm ve atmosfere salınan CO2 miktarı da 37 milyar ton/yıla çıktı. Yani bu 50 yılın sonunda, atmosfere daha az CO2 salmanın yolunu araştırırken tam tersine 1972’ye göre 2,5 misli daha fazla CO2 salıyoruz. 1960- 1969 yılları arasında atmosfere yılda ortalama 0,84 ppm CO2 salınımı yaparken şimdi yılda 3,13 ppm salıyoruz. Bu değer de gösteriyor ki azalma bir yana, CO2 emisyonu giderek artıyor.
Bütün bilimsel çalışmalar gösteriyor ki atmosferdeki CO2 oranı 450 ppm değerine ulaştığında artık küresel ısınma ve çöküş durdurulamaz ve buradan geri dönülmez. Bu değer de atmosferde 3°C, karalarda ise 2°C sıcaklık artışına eşdeğerdir. Halen atmosferde bu değer 418,18 ppm olduğuna göre eşik değere varmamız için 31,82 ppm daha payımız var. Yılda atmosfere ortalama 3 ppm CO2 saldığımıza göre yaklaşık 10,6 sene sonra, yani 2032 veya 2033 yılında, geri dönülmez noktaya geleceğiz.
Yukarıda özetle anlatmaya çalıştığım üzere, şu anda AB’nin inşaat sanayinde yeşil devrim başlatması gösterişten başka bir şey değildir. Bu çalışma gayretleri bir nevi günah çıkartmadır. Yapılan çalışmalar da fosil yakıtları bertaraf edip yeni ve güçlü temiz enerjilere yönelmek değil mevcut fosil kaynaklı üretilen enerji sarfiyatlarını verimli kullanma ve kayıpları önlemeye yönelik bir çalışmadır. Yani “Sıçanın sidiği denize faydadır.” atasözüne uygundur.
Geçmiş olsun, bundan sonra kim ne gayret içine girerse girsin tren kaçmıştır. İstasyonda kalanlar başının çaresine bakacaktır.
Bugün dünyada, başta Almanya olmak üzere birçok ülke nükleer enerji santrallerini kapatıyor. Benim kişisel kanaatime göre hata ediyorlar. Şu yaşanılan iklim koşullarına bakılırsa, fosil yakıtlara bağımlılık Dünya yaşamının tümünü yok oluşa götürüyor. Fosil yakıtların doğurduğu riskler küreseldir ve toplu yok oluştur.
Nükleer enerji riski ise yereldir, küresel değildir. Burada da bir yok oluş riski ortaya çıkacaksa bu risk mevziidir. Ancak belli bir bölgede yok oluş yaşanır, dünyanın diğer bölgelerinde yaşam devam eder. Ben şahsen nükleer enerjiyi her zaman fosil yakıtlara tercih edenlerdenim. Tabii işin daha doğrusu yeni temiz ve güçlü enerjiler bulup, fosil yakıtlardan ve nükleerden uzak durmaktır. Ama bu geçiş döneminde nükleer enerji her zaman fosil yakıtlara tercih edilmelidir.
Yaşar Özkan
Eki : Atmosfere gaz emisyonu sağlayan sektörler ve yüzdeleri grafiği
0 Yorum
Yorum Yapın
email adresiniz yayınlanmayacaktır. Lütfen zorunlu alanları doldurunuz *
Yaşar Özkan Hakkında
1932 yılında Nevşehir-Avonos’a bağlı Göynük köyünde doğdu.
İlkokulu köyünde tamamladıktan sonra, 1950 yılında Tophane Sanat Okulundan ve 1955 yılında da o zaman ki adıyla “İstanbul Teknik Okulu” şimdiki “Yıldız Teknik Üniversitesi” Makine Mühendisliği bölümünden mezun oldu.