İnsanlar mı Akıllı Böcekler mi?
İNSANLAR MI AKILLI , BÖCEKLER Mİ
Yazının başlığından da anlaşılacağı üzere, bu yazımda insanların organizasyon becerileri ile bazı böceklerin organizasyon becerilerini karşılaştırmaya ve böceklere ne derece haksızlık yaptığımızı ve neslimizin devamı için onlara olan ihtiyacımızı anlatmaya çalışacağım.
Dergimizin bu sayısının konusu kentleşme olduğu için bende önce insanların kentleşme stratejisi ve becerisi ile koloni halinde yaşayan bazı böceklerin kentleşme becerilerini ve dehalarını mukayese ile yazıma başlamak istiyorum.
İNSANLARIN KENTLEŞMESİ
Bilindiği gibi, tarihçilerin söylemine göre (!) insanlık avcılıktan kurtulup, tarımcılığa geçtikten sonra ilk yerleşim yerlerini kurmaya başlamışlar. Toplumlar kalabalıklaşıp geliştikçe yerleşim alanları büyüyerek şehirleşme ve şehirler de geliştikçe bugünkü mega kentleşmeler oluşmaya başlamış. Bu mega kentler kurulurken, bu kentlerde yaşayan insanların, bu kentlerin imkanlarından eşit olarak istifade etmelerinden ziyade yöneticilerin, yatırımcıların ve şehir plancıları ile mimar ve mühendislerin egoları gereği gösterişli binalar ve gösterişli yapılar ön plana alınmıştır. Kentler bu vasıfları ile anılmıştır. Yoksa bu kentlerde yaşayacak olan insanların huzur ve mutluluğu, bütün imkanlardan hakça istifade etmesi hiçbir zaman düşünülmemiştir ve düşünülmemektedir.
Kentler oluşurken ve oluştuktan sonra farklı sosyal yapıdaki insanlara göre farklı kalitede semtler oluşmaktadır. Zenginler semti, fakirler semti diye farklılıklar yaratılmaktadır.
Ülkemizde olduğu gibi; sanayileşmesi gelişmeye başlamış olan ülkelerde, köylerden şehirlere yapılan plansız baskın göçlerle şehir dokuları değişmekte, siyasilerin ve yöneticilerin göz yumması, bazen de teşviki ile çevre tahrip edilerek, ormanlar yok edilerek, su kaynakları ve atmosfer kirletilerek, ekolojik denge ortadan kaldırılarak sağlıksız ve bilinçsiz yerleşim yerleri yaratılmaktadır. Gösteriş ön plana çıkarılmakta, insanların huzuru görmemezlikten gelinmektedir. Kentleşme olgusu, adeta sınırlı bazı güçlerin ve takıntılı mimarların kişisel egolarını tatmin ettikleri birer maket çalışmaları halinde yürütülmekte, rantiyecilerin, vurguncuların ve fırsatçıların cirit attığı birer arenaya benzemektedir. Bu şehirlerde yaşayan insanlar kendi hallerine bırakılmakta ve onların insanca, huzurlu ve iyi ahlaklı bir yaşam sürdürmeleri için elle tutulur organizasyonlar yapılmamakta, sadece yapılaşma ile yetinilmektedir.
Kabaca, insanların organizasyonu ile ortaya çıkarılan şehirlerimizin hali böyleyken gelin bir de horladığımız, basit yaratıklar olarak gördüğümüz ve acımadan üzerine basıp ezdiğimiz o minik bazı böceklerin kurduğu şehirlere bir göz atalım. Bunların mühendislik harikası, üstün yaşam seviyeli şehirlerini inceleyerek insanlar ile böcekler arasındaki gelişmişlik farkını görelim. Belki ondan sonra bu hayvanları ezip öldürmek yerine onlara saygı duymayı öğrenir ve çocuklarımıza da onlara saygılı olmalarını öğretiriz. Yeter ki yaşadığımız şu dünyada böcek yaşamı olmadan, bitki yaşamı ve insan yaşamı olamayacağını ve bu dünyada var oluşumuzun bir nedeninin de onlara borçlu olduğumuzun bilincine ve bilgisine sahip olalım.
Belki günün birinde bizde egolarımızdan kurtulur, toplum bilincine erişir, o minik yaratıkların kurduğu gibi bir düzen kurmayı öğrenerek insan gibi yaşamaya başlarız. Bizim onlardan öğreneceğimiz çok şey var, yeter ki gerçekçi olalım ve onların bu başarılarının sırrını çözmeye gayret edelim.
TERMİTLER
Termitler tropikal bölgelerde koloniler halinde yaşayan 1-2cm. boyunda böceklerdir. Karıncalara benzemekle beraber karıncalardan farklıdırlar. Termitlerin gözleri kördür. Bütün işlerini koku, dokunma ve titreşim yoluyla görürler. Bütün bu imkansızlıklara rağmen kolonilerinde kusursuz bir sosyal yaşam düzeni vardır. Bütün işlerini tek bir vücut halinde ortaklaşa yaparlar. Bir yuvada daha doğrusu şehirde 1 milyon , bazen daha kalabalık nüfus halinde yaşarlar. Bu kadar kalabalığa rağmen aralarında kusursuz bir haberleşme sistemi vardır. Bu kusursuz haberleşme, kimyasal sinyalleri koklama yada tat alma yoluyla yapılır. Ayrıca bir tehlike anında kafalarını yuva iç duvarlarına vurmak suretiyle meydana gelen titreşim yoluyla da haberleşirler.
Termitler 1 milyonu aşan şehirlerinde tüm toplumu en ufak bir aksaklık çıkmadan tek vücutmuş gibi yönetme becerisine sahiptirler. Tüm toplumun fertleri görevlerini kusursuz bir şekilde sıfır hata ile yaparlar. İnsanların bugüne kadar beceremediği kusursuz toplumsal yaşama sorununu termitler çoktan halletmiş bulunuyorlar.
Termitlerin o kadar gelişmiş koku duyguları var ki, birbirlerini diğer böceklerden, özellikle düşmanları olan karıncalardan (bir cins karınca hariç) bu koku algılama yoluyla ayırırlar. Savunma tedbirlerini bu kokuya göre alırlar
Kendi aralarında dört bölüme ayrılırlar;
- Kral - Kraliçe
- Kral ve Kraliçe adayları
- İşçiler
- Askerler
Bütün bu gruplar görevlerini herhangi bir kişisel yarar beklemeden toplumun idamesi için, gerektiğinde kendilerini feda ederek kusursuz bir şekilde sıfır hata ile yaparlar. Bu öyle bir sosyal düzendir ki, bu öyle bir yaradılış ahlakı ki, herhalde içinde yaşadığımız şu insanlık toplumunun bu düzeni kurabilmesi bir yana teğet geçmesi bile mümkün değildir.
Yüksek düzeyde gelişmiş olan bu böcekler, dünyanın en zor iklim koşullarında, yağmurların bol olduğu tropikal bölgelerde yaşadıkları için, kendi şehirlerini de gelişmişlik seviyelerine yakışır bir şekilde birer mühendislik harikası olarak inşa etmişlerdir.
TERMİT ŞEHİRLERİ (YUVALARI)
Yaptıkları yuvaların yükseklikleri kolonilerin nüfusuna ve yaşadıkları bölgenin iklim koşullarına göre değişiktir. Nüfusu 2 milyonu bulan kolonilerin yuva yüksekliği 7 m.yi bulur. Topraktan yapılan yuvalar, bilinmeyen karışımlar nedeniyle olsa gerek o kadar sağlamdır ki, bunlar şiddetli yağmurlardan bozulmadığı gibi insanlar tarafından bile kolayca yıkılamaz. Ancak kazma ve kırıcı aletlerle yıkılabilirler.
Resim: Çeşitli Yuva Tipleri
Termitlerin tabir caizse gökdelen şeklinde inşa edilen yuvaları birer mimarlık harikalarıdır. Bunların inşaatları yeraltında başlar ve yüzeye doğru genişleyerek yükselir. İç yapıları sünger görüntüsündedir. Her yuva takriben 2,5 cm. genişliğinde sayısız hücreden oluşur. Bu hücreler birbirine ancak termitlerin geçebileceği genişlikteki tünellerle bağlanır. Termitlerin yaşadıkları ortam hafif nemli ve sabit sıcaklıktadır. Bu sıcaklık ve nem oranı, yuva dışındaki şartlar ne olursa olsun daima sabittir ve değişmez. Termitler bu sabit sıcaklığı elde etmek için sert betonlaşmış bir yalıtım maddesi ile yuvalarının üzerini kapatırlar. Bu sert maddeyle kaplı çatılar aynı zamanda kendilerini diğer saldırganlardan korurlar. Dışarıda kullanılan bu sert malzemelerin yanında iç mekanlarda çok daha yumuşak selülozik kartonumsu malzemeler kullanılır. Bu selülozik malzemeyi termitler kendileri üretirler.
Termitler dışarıda korunma için sert malzemeler ve içeride de yumuşak malzemelerle izolasyon yapma tekniğini çok iyi bilirler. Bu mükemmel izolasyonlarla da tropikal bölgelerindeki aşırı sıcak ortamlarda bile yuva iç sıcaklığını 25 - 30 derece civarında ve bitki yetiştirmeleri için gerekli olan karbondioksit oranını sabit tutarlar.
Termitlerin yaptıkları yuvalarının (şehirlerinin) tam merkezindeki odalarla, sert dış duvar arasında dar hava kanalları vardır. En altta ise, mahzen türü hava boşluğu vardır. Merkezi yapı koni şeklindedir ve bu durum tüm yuvayı destekler. Ayrıca yuva dikey kolonlarla donatılmıştır. Diğer bir hava boşluğu ise, bu koni şeklindeki yapının içinden adeta bir baca gibi yükselir. Yuvanın dışı ise, yukarıdan aşağıya doğru iç galerilere açılan kılcal kanallarla donatılmıştır. Termitlerin geçemeyeceği kadar dar olan bu kanallar yuva içindeki gazın değişimini sağlayan bir sistem görevini yapar. Aynı zamanda bu kanallar, yağmur sularının içeri girmesini önleyen ince çatılarla korunur. Bu kanallar gittikçe incelerek üstteki hava boşluğundan aşağı doğru uzanır ve daha küçük kanalcıklara ayrılır. Bunlar daha sonra bir kanal gibi tekrar birleşir ve ilk çıktıkları hava mahzenine giden bir yol oluştururlar.
Bu yuvaların inşaatı tek bir noktadan başlamaz. Farklı noktalardan başlayarak bir noktada birleşir. Bu birleşme anında farklı noktalardan gelen tüm kanalların hatasız birleştiği görülür. Tıpkı iki noktadan başlayan tünel inşaatının ortada birleşmesi gibi.
Bu yuvaların içerisinde larvaların bulunduğu bölmeler, mantar bahçeleri , besin depoları, kraliçe odası, merkezi havalandırma bacası, yan bacalar, sıcaklığı kontrol ve değiştirme sistemleri, termit hücreleri ve yeraltına açılan tüneller bulunur. Termitler genelde yiyeceklerini ve yapı malzemelerini bu tüneller yardımıyla yuvaya taşırlar. Böylece taşıdıkları nesnelerin nemlerini korurlar.
Yuva inşaatını yapan beyaz tenli kör mimarlar işçi sınıfındaki termitlerdir. Bunlar kum tanelerini, toprak ve odun parçalarını kendi salgıladıkları bir madde ile karıştırarak çamur haline getirirler. Bu çamurları bacakları ve ağızları ile küçük topaklar haline getirirler. Her topağı bir kerpiç gibi kullanarak yuvalarını yaparlar. Daha sonra bu özel karışımlı çamur sertleşerek beton gibi sert bir maddeye dönüşür. Bazıları o kadar sert olur ki ancak dinamitle yıkılır.
Bu kör mimarlar, bugün ancak çok hassas topografik aletlerle yapabildiğimiz, buna rağmen bazen de hatalı yaptığımız hassas yapıları ve kanal birleşimlerini sıfır hata ile yapabilmektedirler. Kendi boyutları ile insan boyutlarını mukayese ederek, insanların yaptığı gökdelen yükseklikleri ile bunların 7 m.ye varan yuva yüksekliklerini karşılaştırmaya kalkışırsak bunlar insanlardan çok yüksek binalar inşa etmektedirler diyebiliriz.
Dahiyane bir mühendislik ve mimarlık harikası olan bu yuvalarda (şehirlerde) önce bağımsız yığınlar halinde başlayan inşaat, sonra birbirleriyle kusursuz bir şekilde birleştirilerek ortaya havalandırma ve iklimlendirme sistemi olan, nem oranı kontrol edilebilen, sabit değerde oksijen ve karbondioksit ortamı bulunan, birbirlerine bağlı tünel ve pasajları, mantar üretilen ve tarım yapılan bahçeleri olan mükemmel ve fonksiyonel bir yapı ortaya çıkar. Yuvanın inşaatı devam ederken dahi bitmiş kısımlarda bu olanaklar kusursuz bir şekilde sağlanır. Kullanılan enerji tümüyle doğal enerjidir.
Daha pek çok özelliklerini yer darlığı nedeniyle, burada belirtemediğim bu üstün ve vasıflı mimar ve mühendislik yapılarında yaşayan, bizim hor gördüğümüz, hatta çoğumuzun da nasıl bir şey olduğunu bilmediği bu böceklerin birbirlerine ve toplumlarına verdikleri değeri, inşallah biz insanlarda birbirimize gösterir ve yaşam koşullarını ona göre düzenleyen şehirler yapabilirsek ne mutlu, yoksa buraya kadar geldiğimiz yol iyi bir yol değil. Yaptıklarımız ve yapmaya çalıştıklarımızın pek çoğu gösterişten öte şeyler değildir. Teknolojik karşılaştırma yaparsak, kentleşme yönünden böceklerden çok gerideyiz ve onlar kadar akıllı değiliz.
ARILAR VE KARINCALAR
Sosyal bakımdan en gelişmiş canlı türlerinin başında termitler gelmekle beraber, termitler kadar ve onlara yakın sosyal gelişmiş diğer canlılarda karıncalar ve arılardır. Karıncalar ve arılarda da ben değil, biz anlayışı vardır. Koloninin devamı için onlarda da termitlerde olduğu gibi fertler kendilerini bilinçli bir şekilde feda ederler ve üstün bir toplum bilinçleri vardır. Toplumsal gelişmişlik ve bilinç açısından bu üç tür de insanlardan çok ilerdedir. İnsanların bugünkü dünyada akılsızca yürüttükleri yaşam tarzlarına ve hem kendilerini, hem de üzerinde yaşadıkları dünyayı pervasızca yok etmeye doğru gittiklerine baktıkça, eğer akıllı yaşam buysa bu üç tür de insanlardan daha akıllıdırlar. Çünkü hem kendi türlerinin devamı için çalışıyor ve gerektiğinde fert olarak kendilerini feda ediyorlar, hem de çevreyi ve dünyayı koruyup ayakta tutmaya çalışıyorlar. Çevreye zarar değil devamlı yarar sağlıyorlar. Her türlü ihtirastan ve bencillikten uzak bir yaşam sürdürüyorlar.
Arılar, en gelişmiş matematikçilerdir. Onların kovanlarını inşa ederken pek çok arı ile değişik noktadan inşa etmeye başlayıp da ortada kusursuz olarak birleştirdikleri altıgen prizmaları bugün en gelişmiş bilgisayarların yardımıyla kusursuz inşa etmek neredeyse imkansızdır. Üstelik altıgen prizmaların da en ekonomik hacimler oldukları meşhur matematikçilerce daha yakında ispat edilmiştir. Yön bulma yöntemleri ve teknikleri halen tartışmalıdır. 50 günlük ömürlerine çok şey sığdırmış nadir canlılardan biridir.
Karıncalara gelince; tespit edilebilen 9.500 çeşidi ile 100 milyon yıldan beri var olan bu canlıların da sosyal gelişmişliği termitler kadar vardır. Bunlar da yuvalarını termitlerin standardına yakın bir şekilde, fakat tamamını yeraltında kurmuşlardır. Bazı ağaç üzerinde yaşayan türleri vardır.
Dünyada en kalabalık canlı türüdür. Dünyada doğan her 40 insana karşılık 700 milyon karınca doğar. İnsan toplumuna benzeyen tek yönü, kavgacı oluşlarıdır.
Gerek kendi türleri arasında, gerekse başka türler arasında meydan savaşları yaparlar. Kaba bir tahminle Dünyada 1015 (on üzeri onbeş) yani milyon kere milyar karınca vardır. Mesela; Brezilya Amazon Ormanlarında yaşayan biyolojik türlerin toplam ağırlığının dörtte birinden fazlasını karıncalar ve termitler oluşturur. Gözü kara savaşçılardır. Termitlerin en büyük düşmanlarıdırlar. Pervasızca tüm düşmanlara meydan okurlar. Savaşlar sonucu kendi türlerinden aldıkları esirleri çalıştırırlar. Savaşlarda insanlara taş çıkartacak çeşitli taktikler uygularlar. Strateji ustalarıdırlar. Leş toplayıcılarıdırlar. Topladıkları leşleri yeraltına taşıyarak, yeryüzünü leş kirliliğinden kurtarırlar, sonra bunları yiyerek tekrar doğaya yararlı besin olarak geri gönderirler. Dolayısıyla bitkilerin oluşmasında ve zenginleşmesinde birer çevre mühendisleridirler.
Termitler ve arılar gibi bunlar da paylaşımı severler. Çalışmalarının ürünü önce kendi kolonileri içindir. Her karınca ürünü eşit paylaşır. Bu üç türde de ben yok biz vardır.
Bu sosyal türlerin her birisinin özellikleri bu kısa makaleye sığmaz, bunların her birinin hayatı ve meziyetleri bağımsız kitap konusudur.
Yapılan biyolojik çalışmalara göre, bugüne kadar tespit edilebilen omurgalı hayvan çeşidi 42.850'dir. Bunun 6.300'ü sürüngen, 9.040'ı kuş ve 4.000 çeşidi de memelidir. Bunlara ilaveten henüz tam tespiti yapılamayan pek çok çeşitler vardır. Bunların dışında 990.000 omurgasız (tırtıl, karınca, termit v.s) çeşidi vardır. Ancak son tahminler yeryüzündeki omurgasız türlerin sayısının 10 milyon, hatta daha fazla olduğudur.
Omurgalılar ve daha ziyade omurgasızlar olmak üzere bu canlılar yeryüzündeki bitki örtüsünün çoğunu tüketirler. Özellikle Orta ve Güney Amerika'da bulunan yaprak kesen karıncalar her koloni başına günde 50 kg taze bitki yaprağı toplarlar. Yani bir ineğin günde yediğinden fazla. Karıncalar kesip topladıkları bu bitki yapraklarını yerin 5 m. altına kazdıkları koridor ve odalara istif ederler. Yerin altına taşınan bu ve benzeri bitkiler ve leşler karıncalar , termitler ve diğer böcekler tarafından işlenerek yenir ve daha sonra besleyici maddeler olarak dışkı halinde yeryüzüne geri döndürülerek ormanlara hayat verirler. Bu durum dünyanın her yerinde benzer şekilde çalışır. Dünyada ormanların ve bitki örtüsünün var olması bu düzenin var olmasına bağlıdır. Eğer insanoğlu yarın dünyadan yok olsa dünyadaki diğer yaşam fazla etkilenmez, belki de memnun olur. Ancak böcekler yok olursa dünyada bitki örtüsü ve orman olmaz. Aslına balkırsa bu yüzden bizim bu omurgasızlara ihtiyacımız vardır ama onların bize ihtiyacı yoktur. Eğer omurgasızlar bir anda yok olacak olsa insanoğlu birkaç aydan fazla dayanamaz. İnsanlarla beraber tüm karasal yaşam alanları, kuşlar ve memeliler de yok olur.
Zira bitki örtüsünün ve ormanların yok olması, dünyadaki oksijen üretiminin durmasına, örtüsüz besinsiz kalan toprağın kuruyarak bozulmasına ve bitki vermemesine neden olur. Besin zincirinin bozulması ile zamanla diğer omurgalılar da yok olur. Bu nedenle dünyadaki düzeni döndüren, bizim acımasızca ezip öldürdüğümüz, ilaçlama ve zehirli atıklarla çoğunu kütle halinde yok ettiğimiz bu küçük omurgasız yaratıklardır. İnsanoğlu her gün modern ziraat adına yaptığı ilaçlamalar ve benzeri tahrip yollarını uygulamakla esasında kendi ayağına kurşun sıkmaktadır. Lütfen bilinçlenip bu varlıklara sahip çıkalım. Bizim yaşamımız onların etkin bir şekilde varoluşuna bağlıdır.
İnsanoğlunun diğer canlı organizmalara karşı doğuştan gelme yakınlığına biyofili deniyor. Sürüp gitmekte olan ve gittikçe dozajını artıran çevresel bozulmanın en zarar verici yanlarından birisi de biyolojik çeşitliliğin kaybolması ve her gün bir çok çeşit canlı ve bitki türü ile organizmanın yok olmasıdır. Doğal çevre gittikçe yok oluyor, bu nedenle biyofilinin psikologlar ve diğer bilim adamlarınca çok acil bir şekilde ele alınarak gündemde tutulması gerekiyor.
Dünya üzerindeki türlerin sayısı, insan öncesi zamanlara nazaran 100 ila 1000 kat daha hızlı azalmaktadır. Tropik yağmur ormanlarının her sene %1'inden fazlası yok edilmektedir. Küresel genellemeye göre, dünya üzerindeki organizma türlerinin yarısından fazlasının tropik yağmur ormanlarında yaşadığı düşünülmektedir. Makul bir tahminle bu bölgelerde 10 milyon tür varsa, senede 30.000 günde, 74 ve saatte 3 tür organizma yok olmaktadır. Bütün dehşetine rağmen bu asgari bir tahmindir.
Mercan resifleri, nehir sistemleri, göller ve Akdeniz tipi makilik bölgeler gibi diğer türler bakımından zengin yaşam alanları da benzeri bir tehlike altındadır. Bir yaşam alanındaki ilk % 90'lık daralma türlerin sayısını yarıya indirirken, son % 10 daralma da kalan yarıyı yok etmektedir.
Yaşam alanlarına bu hızla zarar verilmeye devam edilirse, dünyadaki türlerin % 20'den daha fazlasının yok olacağı ya da önümüzdeki 30 yıl içinde soylarının insan eliyle erken tükenmeye mahkum edileceği haklı bir tahmin olarak öngörülmektedir. Şu anda insanlığın tek bir nesilde yapmakta olduğu, torunlarımızı orta vadede yoksul bırakacaktır. Buna rağmen pek çok vurdum duymaz hala bu konuları ciddiye almamakta, bu konuları ciddiye alarak savunanlarla ve uyarıda bulunanlarla dalga geçmektedirler.
Normalde doğal bitkilerin dokularına bağlanması gereken güneş enerjisinin % 20 ila % 40'nı tahıl ve kereste tüketerek, bina ve karayolu inşa ederek ve çöller yaratarak tüketiyoruz. Amansız besin arayışımız esnasında göllerdeki , nehirlerdeki, denizlerdeki canlı hayatını iyice azalttık. Şimdi de okyanusları tüketiyoruz. Her yerde havayı ve suyu kirletiyor, yeraltı su seviyesini düşürüyor, türleri yok ediyoruz. İnsan türü tek kelimeyle bir çevre felaketi yaratıyor. İnsan zekası kendini ve çevreyi yok ediyor. Belki de zekanın kendini yok etmesi bir evrim kanunudur. Yapılan tespitlere göre, insan genleri onları bir veya en fazla iki nesil öteyi düşünmeye eğilimli kılarmış.
Hem katlanarak artan dünya nüfusu, hem de çevreyi etkileyen ve atmosferimizi kirleten teknolojiler yüzünden zamanımız gittikçe daralmaktadır. Nüfus arttıkça büyüme de artıyor, büyüme arttıkça elektrik enerjisi ihtiyacı ivmeli bir şekilde büyüyor. Elektrik enerji üretimi arttıkça fosil yakıt tüketimi çoğalıyor. Çoğalan fosil yakıt üretimi nedeni ile atmosfere saldığımız karbondioksit oranı gittikçe yükseliyor. Dolayısıyla küresel ısınma hızla artıyor ve küresel ısınma arttıkça çevre bozuluyor, kutuplardaki buzlar eriyor, bitki ve canlı türleri yok oluyor. İnsanlık tam bir fasit daire içerisinde gününü gün etmeye bakıyor. Devletleri yönetenler, bunları bir fantezi magazin haberi gibi karşılıyor. Hepsi gelecek seçimleri nasıl kazanacakları ve mevcut iktidarlarını nasıl sorunsuz sürdüreceklerinin hesabını yapıyor. Kendilerini uyaranları fazla kale almadıkları için büyük bir ihtimalle kendilerine oy kaybettirecek tedbirleri almaya yanaşmıyorlar. Galiba insanlık bugünkü yaşam koşullarına bir sınırlama getirmektense yok olmayı seçmiş bulunuyor.
Birileri çıksın da bütün bu yaşananlara neden olan ve bu kadar vurdum duymaz olan insanlığa akıllı desin Allah aşkına!
0 Yorum
Yorum Yapın
email adresiniz yayınlanmayacaktır. Lütfen zorunlu alanları doldurunuz *
Yaşar Özkan Hakkında
1932 yılında Nevşehir-Avonos’a bağlı Göynük köyünde doğdu.
İlkokulu köyünde tamamladıktan sonra, 1950 yılında Tophane Sanat Okulundan ve 1955 yılında da o zaman ki adıyla “İstanbul Teknik Okulu” şimdiki “Yıldız Teknik Üniversitesi” Makine Mühendisliği bölümünden mezun oldu.