Holografik Evren ve Holografik Beyin
Holografik Evreni anlayabilmemiz için önce atomların yapı taşları olan parçacıklar ile maddenin yapı taşları olan atomları kısaca tanıyalım. Bunun içinde önce maddenin ve zamanın var olmadığı sıfır anına yani Bing - Bang (Büyük Patlama)'ın başlangıcına gidelim.
Bing - Bang'in gerçekleştiği an sıfır anıdır. Sıfır anında şu anda var olan fizik kurallarının hiçbiri yoktur, zaman yoktur, mekan yoktur. Mevcut fizik kuralları ile o anı hesaplamak mümkün değildir. Mevcut fizik kurallarına göre yapılan hesaplamalarla sıfır noktası ancak patlamanın başlangıcından 10? 43 saniye sonrası olarak başlatılmaktadır. Bu ilk 10 ?43 saniyede neler olduğuna dair şu ana kadar fizikçiler bir kuram geliştirebilmiş değillerdir. Fizikçiler 2008 yılında bu sorunu çözmek ve bir kısım bilim adamlarınca tartışmalı olan Bing - Bang olayına açıklık getirebilmek için İsviçre'de Cenevre yakınlarındaki Avrupa Çekirdek Altı Araştırmalar Merkezi CERN de bir deneye hazırlanmaktadırlar.
Bing - Bang'in başladığı sıfır anında yani 10 ?43 üncü saniyede sıcaklık 1032 derece santigrattır. (Güneşin sıcaklığı 108 derece) ve evrende hiçbir şey yoktur.
10 ? 2 saniyeye gelindiğinde sıcaklık 1011 (yüzmilyar) dereceye düşmüş ve sadece elektronlar ile elektronların zıttı olan pozitronlar yaratılmaya başlamıştır. Henüz proton ve nötronlar ortada yoktur.
10 ? 1 saniyede sıcaklık 30 milyar dereceye düşmüş ve protonlar ile nötronlar ortaya çıkmaya başlamıştır. Evrende oluşmaya başlayan kütle ağırlığı çok fazladır.
1'nci saniyeye gelindiğinde evrende oluşan bu kütlenin yoğunluğu halen akıl almaz bir boyutta 3,8 milyar kg/dm3.
14'ncü saniyeye gelindiğinde sıcaklık 3 milyar dereceye düşmüş ve çok büyük bir hızla genişleyen evrende hidrojen ve helyum gibi kararlı atomların çekirdekleri oluşmaya başlamıştır.
3 dakika 2 saniyeye gelindiğinde sıcaklık 1 milyar dereceye düşmüş ve elektron - proton - nötron - antinötron gibi atom altı parçacıklar çoğalmaya başlamıştır.
34 dakika 40 saniyeye gelindiğinde sıcaklık 300 milyon dereceye düşmüş, elektron ve pozitronların çarpışarak birbirlerini yok etmeleri sonucu artan elektronlar, belli bir dengeye ulaşmış olan proton ve nötronlarla birleşerek atomları oluşturmaya başlamıştır. İlk oluşan atom en basit olan Hidrojen Atomudur. (1 protondan çekirdek + 1 elektron) Sonra sırasıyla diğer atomlar oluşmaya başlamıştır.
Daha sonra atomlar kendi içlerinde değişik elektron, proton ve nötron sayılarına göre sınıflar oluşturmuş ve çeşitli sınıflarda kendi aralarında değişik kombinezonlarda birleşerek molekülleri oluşturmuş, moleküller de birleşerek yıldızları, gezegenleri, galaksileri ve tüm evreni meydana getirmiştir. Dolayısıyla tüm evrendeki canlılar da bu atomlardan meydana gelmiştir.
Neticede elektron, proton, ve nötron dediğimiz atomaltı parçacıklar ile atomlar yoktan, sıfırdan büyük patlamaya neden olan veya o patlamayı doğuran, o büyük enerjiden meydana gelmiştir. Yani o enerjinin bir parçası olarak ortaya çıkmıştır.
Olaya mistik yaklaşanlar o enerjiye Allah veya Tanrı demekteler, mistik yaklaşmayı ret edenler de halen bir isim aramaya devam etmektedir.
Atom; proton ve nötronlardan yapılmış pozitif elektrik yüklü bir çekirdeği bulunan ve çekirdek etrafında dönen negatif elektrik yüklü elektronlardan oluşan, fiziksel boyutu olmayan, canlı ve cansız tüm varlıkların yapı taşı olan, % 99,9'u boşluktan ibaret olan titreşen manyetik enerji paketidir.
Bu atomlar, atomaltı dediğimiz iç yapılarındaki farklı çekirdek sayılarına ve elektron sayıları ile yörünge durumlarına ve elektronların dönüş hızına göre farklı moleküller ve farklı maddeler oluşturmaktadırlar. Cisimlerde gaz, sıvı, katı veya sert ve yumuşak dediğimiz olgular o cismi oluşturan atomların elektronlarının dönme hızına göre oluşmaktadır. Çok sert cisimlerin atomlarının elektronlarının dönme hızları çok yüksektir. Yumuşak cisimlerle, sıvı ve gaz atomlarında ise daha düşük hızlar vardır.
Canlı olan bizler ve bizim kullandığımız bütün cisimler, içtiğimiz su, nefes aldığımız hava ve her şey bu % 99,9'u boşluktan ibaret olan eni, boyu, ağırlığı gibi hiçbir fiziksel boyutu olmayan, sürekli titreşen bir manyetik enerji paketinden oluşmaktayız.
Yani bir bakıma tuttuğumuz kalem, üzerine bastığımız zemin, içtiğimiz suyuz ve nefes aldığımız havayız. Bunlarla bizim farkımız bizi oluşturan atomların, atomaltındaki yapı farklılıklarıdır. Hepimizin ve tüm evrenin yapı taşı olan atomlar, Bing- Bang'le ortaya çıkan ve Bing - Bang'i yaratan o büyük enerjinin bir parçasıdır. Biz de o parçaların birçok birlerinin oluşturduğu bireyleriz.
Neticede enerjinin yoğunlaşmış şekilleriyiz. Bir an için elinizi çok büyük bir mikroskobun altına koyduğunuzu düşünün. Önce mikroskobu sıfır ayarında tutuğunuzda elinizin normal şeklini görürsünüz. Mikroskobun büyütme oranını kademeli olarak yükselttikçe elinizin bilinen şekli değişmeye başlar. Önce elinizin tümü kaybolur ve mikroskop altında cildinizin çatlaklarının vadilere, sıra dağlara , kılların ormanlara dönüştüğünü görürsünüz. Mikroskobun derecesini yükseltmeye devam ettiğinizde bu vadiler ve ormanlar kaybolur, bunun yerine kırmızı suların aktığı nehirler gelir. Dereceyi yükselttikçe bu nehirlerde kaybolur, hücreye gelirsiniz. Hücreden sonra DNA'ya ulaşırsınız. DNA'nın kromozonlarını ve genleri görürsünüz. Gözleme devam ettiğinizde, sonunda kromozon ve genlerin de kaybolduğunu, geride sadece elinizin iz düşümü kadar alanda parıldayarak titreşen bir manyetik enerji paketi görürsünüz. İşte aslında siz O'sunuz. O ise Bing - Bang'i doğuran enerjinin bir parçası, dolayısıyla siz de o enerjinin bir parçasısınız. Mevlana ve pek çok sufi bende Allah'ım, siz de Allah'sınız dememişler miydi. Demek ki; onlar Hologram Evrenin bazı kodlarını yakalayarak, bazı hologram görüntülere erişmiş farklı beyinlerdi.
ATOMALTI
"Atomaltı dünyasında her şey, geçerli olan mantık ve sağduyuya ters düşmektedir. Bu dünya doğal dünyanın bir uzantısı olmayıp, sanki büyü yoluyla yönetilen, mistik güçlerin geçerli olduğu, mantıksal olan her şeyin geçersiz olduğu Alis Harikalar Diyarı gibi bir dünyadır." Belirsizliklerin kol gezdiği bir yerdir. Çok küçük cisimlerin bu dünyası normal dünyadan çok farklıdır.
Yukarıda tarifini yaptığımız üzere atom, çekirdek ve elektronların oluşturduğu, fiziksel boyutu olmayan bir enerji paketidir.
ÇEKİRDEK
Atomun merkezinde, atomdan 10.000 kez daha küçük olan çekirdek bulunur. Çekirdek proton ve nötron dediğimiz yapı taşlarından oluşur. Proton bir birim pozitif elektrik yükü taşır. Nötron ise protonun ikizi gibidir. Kütlesi hemen hemen protonun aynıdır. Ancak nötronun elektrik yükü yoktur, yüksüzdür, yani nötrdür. Çoğu atom çekirdeğinde protondan daha fazla nötron bulunur. Çok küçük bir çekirdeğin içerisinde sıkıştırılmış halde bulunan protonlar, benzer şekilde pozitif elektrik yükleri taşıdıkları için birbirlerini oldukça kuvvetli bir şekilde iterler. Ancak protonların sahip olduğu birbirlerini iten bu elektromanyetik kuvvetten çok daha güçlü bir kuvvet vardır ki, protonları çekirdek içerisinde sıkıca birbirine bağlar. Dolayısıyla atomun dağılmasını önleyerek, atomun varlığının devamını ve madde ile yaşamın var olmasını sağlar. Buna güçlü kuvvet (çekirdek kuvveti) denir. Diğer bir adıyla nükleer kuvvettir. Atom bombasında olduğu gibi çekirdeğin parçalanması ile ortaya çıkan o yıkıcı güçtür. Müdahale edilmediği zaman her şeyin var olmasını sağlayan, kötü niyetli müdahalelerde de her şeyi yok eden güçtür. Güçlü kuvvetinde kendi kuantumları (parçacıkları) vardır. Bu parçacıklara önceleri pion adı verilirdi. Daha sonra mezon adıyla anıldı. Bugün bu parçacıklara müon denmektedir. Mezonlar da bir kuark ve antikuark çiftinden oluşmuştur.
Güçlü kuvvetin taşıyıcılarına gluon denir. Bunlar güçlü kuvvetin enerji kuantumlarıdır. Halen bu güçlü kuvvetin ve gluon denen enerji kuantumlarının tam bir tanımı yapılabilmiş değildir. Her şeyin var olması atomun var olmasına, atomun var olması da atom çekirdeğinin dağılmadan kalmasına bağlı olduğuna göre, varoluşun temel kaynağı ve sırrı bu Gluon'larda ve Güçlü Kuvvet'de yatmaktadır. Her şeyin kör tesadüf olarak ortaya çıktığına inanan Darwinciler ne derse desin, ne düşünürse düşünsün, bu olaya hangi olmayan bir kuramı yakıştırırsa yakıştırsınlar bir okuyucu olarak benim görüşüm, bu güç Bing - Bang'i başlatan ve evrenin yaratılmasını sağlayan o sonsuz gücün bir parçasıdır.
ATOM DEĞİŞİK YAPILARDA ÇEKİRDEK
Holografik plakanın zerre mertebesindeki parçasıdır. Aslı tek bir olan, sonsuz sayıdaki birlerden biridir.
ELEKTRON
Elektronlar atom çekirdeğinin etrafında bir yörüngede dönen ve dönerken atoma küreye benzer bir görüntü veren negatif elektrik yüklü parçacıklardır. Elektron çok hafif bir parçacıktır, en hafifi olan hidrojen atomunun çekirdeğinin 1/836 sı kadardır.
Elektron hiçbir boyuta sahip değildir. Bizlerin hayatında her nesnenin bir boyutu olduğuna göre, elektron bizim anladığımız anlamda bir madde değildir. Elektronun en tipik özelliği bazen bir parçacık, bazen de bir dalga olarak belirlenmesidir. Bu özellik diğer tüm parçacıklarda da vardır. Bu özelliğe sahip parçacıkların tüm evreni oluşturan temel madde olduğuna dair bilim adamları arasında ittifak vardır.
Elektron bir dalga biçiminde ortaya çıktığında hiçbir parçacığın yapamayacağı garip şeyleri yapabilir. Eğer onu üzerinde iki yarık bulunan bir engele fırlatacak olursanız, her iki yarığın da içinden aynı anda geçtiğini görürsünüz. (Schrödinger'in meşhur kedi deneyi) Hatta, dalga benzeri elektronlar birbirleriyle çarpıştıklarında girişim deseni oluştururlar.
Mantıkla izahı mümkün olmayan diğer bir şey ise; yapılan deneylerde, parçacıkların (Kuanto) gözlendiği zaman parçacık şeklinde gözlemlenmediği zaman ise dalga şekline dönüştüğü, yani yok olduğu görülür.
Danimarkalı fizikçi Niels Bohr bu olaya şöyle bir açıklama getirdi. Atomaltı parçacıklar gözlemlenmedikleri zaman var olmuyorlarsa , bunlar bağımsız nesneler olarak düşünülemezdi. Zamanla fizikçilerin çoğu Bohr'un bu yorumunun doğru olduğuna karar verdiler.
1947'den sonra Prof. David Bohm metallerdeki elektronların durumu hakkında yaptığı incelemelerde ise, elektronların tesadüfenmiş gibi görünen bireysel eylemlerle, son derece örgütlü etkiler üretebildiklerini tespit etti. Bunlar sadece birbirinin ne yapacağını bilen iki parçacığın durumu değildi. Ama tüm parçacık okyanusu içindeki parçalardan her biri sanki trilyonlarca diğer parçacığın ne yaptığını biliyormuş gibi davranıyordu.
1982 yılında Paris Üniversitesinin Optik Enstitüsünde görevli fizikçiler Alain Aspect, Jean Dalibard ve Gerard Roger yaptıkları deneyle elektronların ve fotonların belli koşullar altında aralarındaki mesafe ne olursa olsun her an birbirleriyle aynı davranış içinde olduklarını keşfettiler. Yani aradaki mesafe isterse binlerce kilometre olsun her bir parçacık, diğerinin ne yaptığını biliyordu. Bunun iki anlamı vardı; ya bu parçacıklar arasında ışık hızından daha yüksek hızda bir iletişim vardı ya da bu fotonların mekan dışı bağlantıları olduğu ortaya çıkıyordu.
Bilim adamları ışık hızından daha yüksek bir hızı kabul etmediklerinden, Aspect ve ekibinin deneyi iki foton arasında mekan dışı bir bağlantı olduğunun canlı kanıtı olarak kabul edildi. Buda atomaltında ve tüm evrende bulunan parçacıkların birbirleri arasındaki mesafeden tamamen bağımsız olarak haberleşmesinin nedeninin aralarındaki bir sinyalden kaynaklanmadığını ve onların ayrı ayrı varlıklar olmadığını gösteriyordu. En azından Bohm bunun böyle olduğuna inanıyordu. Yani tüm parçacıklar holografik yapıdaydı.
Tüm evrenin yapı taşları bu parçacıklar olduğuna göre evrenin tümü de holografik yapıdaydı.
Bohm, Bohr'un yorumunun aksine, elektron türünden parçacıkların bir gözlemci olmadığı zamanda da var olduklarını varsayarak yeni araştırmalar başlattı. Ayrıca bu parçacıklar için bir kuantum - altı bulunduğunu da varsaydı.
Bohm öngörülen bu yeni alana kuantum potansiyel alanı adını verdi ve bu alanında tıpkı yerçekimi gibi uzayın tümüne egemen olduğunu tasarladı.
Kuantum Potansiyeline göre, parçaların davranışları gerçekte bir bütün tarafından örgütlenmektedir. Bohr'un belirttiği gibi sadece atomaltı parçacıklar bağımsız şeyler olmayıp, bölünmez bir sistemin parçalarıdır. Bohm buna ilaveten en önemli gerçekliğin bütünsellik olduğunu öne sürüyordu.
Bohm'a göre; elektronların ortalığa saçılmamaları, kuantum potansiyeli yoluyla tüm sistemin, eşgüdümsel bir hareket içinde oluşları yüzündendi.
Kuantum - altı düzeyde, kuantum potansiyelinin geçerli olduğu düzeyde, bir yer kaplama olgusu ortadan kalkmaktadır. Uzaydaki herhangi bir nokta diğer noktaların tümüyle eşitlenmektedir. Bu yüzden de herhangi bir şeyin, diğer herhangi bir şeyden ayrı olduğunu söylemenin bir anlamı yoktur. Fizikçiler bu özelliğe mekansızlık adını veriyorlar. Kuantum Potansiyeli uzayın her yerini kapsar ve tüm parçacıklar birbiriyle mekansızlık içinde karşılıklı bağlantı içindedir. Her şey bölünmez bir ağın parçalarıdır.
Bohm, evrenin işleyişini holografik ilkelerle gerçekleştirmekte olduğunu ve aslında evrenin kendisinin de akışkan dev bir hologram olduğunu söylüyor.
Bohm'a göre dünya üzerindeki günlük yaşamımızın görünen gerçekliğinin aslında tıpkı holografik bir görüntü gibi, bir tür illüzyon, bir hayal olduğudur.
Bu gerçekliğin altında, daha derin bir var oluş düzeni vardır. Bu düze , fiziksel dünyamızın tüm nesne ve görünümlerini tıpkı bir holografik film parçasının, bir hologram yaratmasına benzer biçimde yaratmaktadır. Bohm bu gerçeklik düzeyine saklı (açığa çıkmamış) düzen diyor. Bizim varlık düzeyimize de belirgin (açığa çıkmış) düzen diyor. Evrende oluşmuş tüm biçimlerin bu iki düzen arasındaki sayısız gizlenmelerin ve ortaya çıkışların sonuçları olduğunu düşünüyordu.
Bohm yüzlerce sene evvelinden beri tasavvufçuların söylediklerini söylüyor gibiydi. Bohm'a göre evren bir bütünsellikti. Nasıl bir kilimin üzerindeki süslü desenleri, kilimden ayrı parçalar olarak düşünemezse , atomaltı parçacıkları ve evrendeki diğer her şeyi de birbirlerinden ayrıymış gibi düşünemeyiz diyordu. O evrendeki her şeyin bir sürekliliğin parçası olduğunu söylüyordu. Gözümüzle, sanki ayrı ayrı şeylermiş gibi görünen her şeyin, hatta saklı ve belirgin düzenlerin bile birbirleriyle iç içe girmiş durumda olduğunu açıklıyordu.
"Bir an durup bunu düşünelim. Elinize bakın, şimdi de yanınızdaki lambadan sızan ışığa bakın ve ayaklarınızın dibinde uzanmış kediye. Siz yalnızca aynı maddeden yapılmış değilsiniz, siz aynı şeysiniz. Tek bir şey, bölünmez bir şey. Sayısız kollarını ve eklentilerini tüm görülebilir nesnelerin, atomların dalgalı okyanusların, kozmosta gözkırpan yıldızların içine uzatmış görkemli bir şey" diyordu. O evrendeki her şey aynı zamanda hem bölünmez bir bütünün parçaları olabilir, hem de kendi özgün niteliklerine sahip olmayı sürdürebilirler olduğunu söylüyordu. Bohm'a göre, evreni canlılar ve cansızlar diye ayırmanın bir anlamı yoktur. Canlı ve cansız nesneler ayrılmaz bir biçimde birbirinin içine girmiştir ve yaşamın kendisi de tüm evrenin içine gizlenmiş durumdadır. Hatta kayalar, ağaçlar, gözümüzle cansız olarak gördüğümüz her şey bile bir biçimde canlıdırlar. Yaşam ve zeka yalnızca maddenin değil; enerjinin, uzayın, zamanın ve tüm evrenin içindedir.
Bir hologramın her parçasının, bütününün görüntüsünü taşımakta olduğu gibi, evrenin her bir parçası da evrenin tümünü içermektedir. Bu tespitin bizi getirdiği nokta ise; nasıl ulaşabileceğimizi bilirsek, yani o hologramın kodlarını yakalayabilirsek, Samanyolu Galaksisini başparmağımızın tırnağında bulabiliriz. Aynı zamanda Fatih Sultan Mehmed'in İstanbul'u fethine de şahit olabiliriz. Çünkü tüm geçmişin ve geleceğin imaları uzay ve zamanın en derinlerine kadar, her noktasına dağılmış durumdadır denilmektedir.
21. asra girildiğinde artık bilim ve inanç iç içe girmiş durumdadır. Ön yargılardan kurtulup Kur'an-ı bilimin gözüyle derinlemesine inceleyenler yukarıdan beri anlatılanları ima eden pek çok ifadeyi Kur'an da bulabilirler. "İnançsız bilim ve bilimsiz inanç" olmaz diyenleri, özellikle Einstein'i son yıllarda kuantum fiziği ve uzay bilimi haklı çıkarmıştır.
Tanrı'yı 40cm. çaput bezinin altında veya yaratılmış insanların yattığı yeşil örtülü türbelerde aramak yerine, şahdamarımızın yapı taşları olan mikro düzende ararsak herhalde Kur'an-ı daha doğru anlamış oluruz diye düşünüyorum.
Kur'an-ı Kerim "Kaf Suresi (50/34)"
Ayet 16 - Yemin olsun ki, insanı biz yarattık. Nefsinin ona neler fısıldadığını da biz biliriz. Biz ona, şahdamarından daha yakınız.
Gelecek yazımda Holografik beyini tanıtmak üzere sizleri şimdilik yukarıdakilerin yorumuyla baş başa bırakıyorum. Aklınıza mukayyet olun.
0 Yorum
Yorum Yapın
email adresiniz yayınlanmayacaktır. Lütfen zorunlu alanları doldurunuz *
Yaşar Özkan Hakkında
1932 yılında Nevşehir-Avonos’a bağlı Göynük köyünde doğdu.
İlkokulu köyünde tamamladıktan sonra, 1950 yılında Tophane Sanat Okulundan ve 1955 yılında da o zaman ki adıyla “İstanbul Teknik Okulu” şimdiki “Yıldız Teknik Üniversitesi” Makine Mühendisliği bölümünden mezun oldu.