Gizemi Çözülmemiş Olan Antik Yapılar - I
Şu anda en gelişmişlik çağını yaşadığımızı iddia ettiğimiz dünyamızda, binlerce yıl öncesinde, antik dönemlerde öyle mega yapılar inşa edilmiş ki; bizlerin zirvesinde olduğumuz bugünkü teknolojik gelişmemizle bu yapıları yapıp yapamayacağımız tartışılmaktadır. Hatta yapılan bazı deneylerle, özellikle piramitleri yapamayacağımız kanıtlanmıştır.
Bugün Mısır’da, Mezopotamya’da, Asya’da, Güney Amerika’da, Uzak Doğu’da ve daha pek çok yerde bu mega yapıların kiminin harabeleri, kiminin de günümüze kadar ayakta kalmış canlı örnekleri bulunmaktadır.
Bu yapılar bugün bile o kadar muhteşem ve o kadar gizemlidir ki, bunların binlerce yıl önceki insanlığın gelişmişlik düzeyi dikkate alındığında, uzaylılar tarafından yapılmış olacağını iddia edenler bile vardır. Tabii bunların hepsi varsayımlardır. Gerçeği ortaya çıkartmak için bilim adamları ve araştırmacılar durmadan çalışmakta, sürekli yeni teoriler ortaya atmaktadırlar. Ancak halen kesin olarak bu eserlerin nasıl yapıldığı hususunda herkesin üzerinde mutabakat sağladığı bir çözüme ulaşamamışlardır.
Bütün bu eserleri tek tek tanıtacak bir açıklamaya girmeye kalkışırsak, bunun için makale değil ciltlerle kitap yazmak gerekir. Bu yazımla sizlere en güncel olan Mısır Piramitlerini tanıtmaya çalışacağım.
Mısır Medeniyetinin Yapısı
Mısır Piramitlerini ve özelliklerini tanımlamadan önce bu piramitleri yapan Mısırlıların kimler olduğuna bir bakalım.
Eski Mısır mitolojik bilgilerine göre; Mısır’da Dokuz Tanrılı bir inanç sistemi vardı. Mısır Medeniyeti bu Dokuz Tanrılı sistemle oluşmuştur. Bu Dokuz Tanrı bir aileyi oluşturuyordu.
Bu Tanrı krallardan Seth Yukarı Mısır’ın ilk kralı oldu. Horus’da, Aşağı Mısır’ın kralıydı. Daha sonra Horus her iki Mısır’ı birleştirerek tek bir Mısır haline getirdi ve tüm Mısır’ın kralı oldu. Böylece 32 sülaleden oluşan Firavunluk Sisteminin de ilk Firavunu Horus oldu. (M.Ö. 3100)
Her ne kadar mitolojik bilgiler böyle diyorsa da, tarihcilerin bir bölümü iki Mısır’ı birleştiren ve ilk Firavun olanın Menes olduğunu iddia ediyorlar. Ancak sonradan bulunan, Mısır’la ilgili NarmerTabletlerinde Menes’in isminin geçmemesi üzerine, Menes’in ilk firavun olup olmadığı da tartışmalıdır.
Horus veya Menes tarafında ilk firavunluk dönemi M.Ö. 3100’de başlamış ve M.Ö. 30 yılında da, son firavun Kleopatra döneminde Romalılar tarafından sona erdirilmiştir.
Yaklaşık 3070 yıl gibi bu uzun süre içerisinde, firavunluk sisteminde bazı bölünmeler olmuş ve her bölümde farklı sülaler iktidar olmuştur. Bu bölümlerin en önemlisi ve bizim konumuzla ilgili olanı da piramit çağının başladığı “Eski Krallık” diye bilinen bölümdür. Bu bölüm 3. Sülaleden başlayıp, 6. Sülaleye kadar devam eden dönemdir. (Takriben M.Ö. 2686 – 2181) Bu dönem içerisinde yapılan, pek çoğu yok olan irili ufaklı piramit sayısı 78’dir. Ancak bu döneme damgasını vuran 4. Sülaledir. Bu sülale bugüne kadar Mısır’da yapılan en büyük piramitleri yapmış olmanın yanında, günümüze kadar ayakta duran meşhur Gize Piramitleri’ni de yapan sülaledir.
4. Sülale takriben M.Ö. 2514’de tahta geçen Firavun Sneferu ile başlamıştır. Sneferu o zamana kadar yapılmakta olan basamaklı piramit inşaatı sistemini değiştirerek Gize’deki piramit sistemini başlatan kişidir. M.Ö. 2480 yılında ölmüş olup, 34 yıllık başarılı geçen firavunluk döneminde Dashour’da iki büyük piramit inşa ettirmiştir.
Bu piramitlerde kullanılan taş miktarı dokuz milyon tondur. Uygulanan teknoloji ve mühendislik, geçmişte yapılmış olan piramitlerden çok üstündür. Burada üstün olan sadece yapım şekli ve mühendislik bilgisi değildir. Bu dönemde ne olmuşsa olmuş ortaya yeni bir teknoloji çıkmış, birkaç ton ağırlığındaki taş blokları 200 metre yüksekliğe kolayca kaldırılır bir hale getirilmiş. Bu taşların, işyerine bir hayli uzaklıktaki ocaklardan çıkartılıp, çok hassas bir şekilde kesilip yontulması, işyerine taşınması işlerinde de ani bir teknoloji değişimi olmuştur. Uygulanan bu teknolojiler bugün bile günümüzde tartışılmaya devam edilmekte ama bilimsel bir açıklaması yapılamamaktadır. Piramitlerin yapımıyla ilgili ortaya atılan görüşlerin hemen hepsi kişisel görüşlerden başka birşey olmayıp, hiçbiri gerçek uygulamayı yansıtmamaktadır.
Firavun Sneferu ‘nun kendinden sonra sırayla tahta çıkan üç oğlu vardı. Bunların isimleri Khufu - diğer meşhur adıyla Keops - , Kefren ve Mikeri’dir. Bunlarda hükümdarlıkları esnasında kendi adlarını taşıyan meşhur ve günümüze kadar gelmiş olan Gize’deki gizemli piramitleri inşa etmişlerdir.
Sneferu’nun ölümünden sonra tahta büyük oğlu Keops (Khufu) çıktı. Keops tahta çıktığında babası tarafından yaptırılan iki büyük piramit ve yeni teknolojiler ile gizli bilgileri devralmıştı. Tahta çıktıktan hemen sonra Gize’deki Mısır’ın en büyük piramidi olan Keops Piramidinin inşaatını başlattı.
Keops (Khufu)’dan sonra Kefren (Khafra) Firavun olmuş ve büyük Keops Piramidinin yanına ikinci bir dev piramit yaptırmıştır. Keops Piramidinin yüksekliği 147 metre iken Kefren Piramidinin yüksekliği 140 metre olmasına rağmen, oturduğu zemin itibari ile bu piramit daha yüksek görünmektedir. Kefren (Khafra)’den sonra da üçüncü oğul Menkaura (Mikerinos) Firavun olmuş ve o da Gize’deki iki dev piramidin yanına daha küçük bir piramit yaptırmıştır. Bunun yüksekliği de 65 metredir.
Gize Piramitlerinin Aplikasyonu (Düzeni)
Mısır Mitolojisine göre, Mısır Medeniyeti’ni başlatan dokuz tanrılı bir sistemdir. Mısır inancına göre, Baş Tanrı Atum ve diğer tanrılar Orion yıldız kuşağından ve Sirius (Akyıldız) yıldızından gelmişlerdi. Bu yüzden de Mısır’da dördüncü sülalenin sonlarına kadar yıldız dini hakimdi. Firavunların öldükten sonra ruhlarının bu yıldızlara gideceklerine inanılıyordu. Gize’deki dev piramitleri inşa eden dördüncü sülalenin sonlarında Mısır’da bazı siyasal ve dinsel olaylar başladı. Bu tarihten sonra da Güneş Dini (Ra) ön plana çıktı ve bundan sonraki firavun isimlerinin sonuna “Ra” eki geldi. Güneş Tanrı inancı, tek tanrılı bir dindi. Firavunların öldükten sonra Orion Yıldız kuşağına ve Sirius (Akyıldız)’a gidecekleri inancına göre, Gize’deki piramitlerin yerleşiminin Orion Yıldız kuşağının şekline uygun olduğu kanaati hakimdir. Nitekim, Orion Kuşağındaki üç yıldızın konumu ile piramitlerin konumu neredeyse tıpatıp aynıdır.
Gök Atlasından Orion Kuşağının ve Sirius Yıldızının Konumu |
Gize Piramitlerinin Havadan Görünüşü |
Orion (Avcı) kuşağındaki üç yıldızın konumuna dikkat edilirse, buradaki iki yıldız aynı hizada fakat üçüncü küçük yıldız iki yıldızın eksenine göre biraz daha içeridedir. Bu durumu Gize’deki piramit sistemi ile mukayese edersek, net bir şekilde görüleceği gibi iki büyük piramit Keops ve Kefren aynı eksen üzerinde, küçük piramit Mikerinos daha içerdedir. Sözün kısası Gize’deki piramitlerin yerleşim düzeni Orion (Avcı) yıldız kuşağındaki üç yıldızın konumunun aynen Gize’deki piramitlere uygulanmasıdır.
Milattan binlerce yıl önce Mısırlıların astronomi bilimlerinde ne kadar ileride olduğunun göstergesidir. Dikkat edilecek diğer bir husus o dönemde astronomide mega inşaatları yapımı teknolojilerinde ve mühendislik bilgilerinde çok ileri durumda olan sadece Mısırlılar değildir. Aynı durumu, aynı zaman diliminde Güney Amerika’da Mayalar’da, Mezopotamya’da Sümerler’de , Uzakdoğu’da Hindistan’da İnduslar’da görüyoruz. Bu durum şunu gösteriyor ki, M.Ö. 2600-2700’lerde dünyada ani bir gelişme olmuş ve bir altın çağ yaşanmıştır. Ancak bu altın çağ nasıl ortaya çıkmış, bu çağda tam olarak neler olmuş bunlar kesin olarak ortaya çıkmamıştır. Çünkü çoğunluğu inisiye olan bu bilgilerin detayına sahip olan sınırlı bir grup, bu bilgileri kendilerinden sonra gelen nesillere aktarmamış ve sırlarını kendileri ile birlikte götürmüşlerdir. Zamanımızda geride bırakılan çoğu şifreli işaretlerden bazı yorumlar yaparak teori üretmeye çalışıyoruz. Bilinen bir şey varsa, o zamanın bilimi doğal güçleri de yoğun bir şekilde kullanmıştır.
Şimdi olduğu gibi somuta odaklanıp, soyutu reddetmemişlerdir. Somut ve soyut olan birlikte kullanılmıştır. Yani bilim ve inanç işbirliği içinde olmuştur. Kim bilir, 21 Aralık 2012’de olacağı söylenen büyük yıldız hizalanmasından sonra başlayacağı iddia edilen yeni altın çağda da benzer yaklaşımlar olur ve dünya insanlığı yeni bir boyutta daha adil, daha gelişmiş, daha insancıl bir düzene kavuşur. Yoksa bu kadar gelişmişliğe rağmen hali hazır durumda ve dünyanın bugünkü yönetim tarzında sınırlı sayıdaki ülke insanları dışında, insanlık mutsuzdur. Uçurumlar gittikçe büyümekte , üstelik dünyamız da can çekişmektedir. Çünkü her şey madde üzerinde yoğunlaşmıştır.
Büyük Piramit (Keops Piramiti)
Gize’deki büyük Keops (Khufu) Piramidi günümüze kadar gelmiş olan en büyük piramitlerden biridir. Yapım yılı için çeşitli tarihlemeler varsa da, 1993 yılında Alman Rudolf Gantenbrink’in piramit şaftları üzerinde yaptığı lazer ölçümleri sonucu bu şaftların yapım tarihini M.Ö. 2450 olarak tespit etmiştir.
Babası Sneferu’nun M.Ö. 2480’de ölümünden sonra Keops (Khufu) tahta çıktığına göre, bu tarih akla çok yatkın bir tarihtir.
Diğer piramitlerde olduğu gibi Keops (Khufu) Piramit’i de kare bir taban üzerine oturmuştur. Bu kare tabanın bir özelliği her bir kenar çok hassas bir şekilde doğu, batı, kuzey ve güney yönlerine dönüktür. Yönlendirme kusursuzdur.
Piramidin kuzey kenarı 230,25 metre, güney kenarı 230,44 metre , doğu kenarı 230,38 metre ve batı kenarı 230,35 metredir. Her ne kadar bütün kenarlar milimetrik olarak aynı ölçüde görünmüyorlarsa da en uzun kenarla, en kısa kenar arasındaki fark maksimum 19 cm.’dir. Bu kadar büyük bir yapıda bugünün en hassas topografik aletleri ile ölçerek bu işi yapsanız bile işçilik hatası olarak bu fark oluşabilir. Buradaki tolerans onbinde sekiz (% 0.0008) gibi çok düşük değerdir.
- Piramidin taban çevresi 921,42 metredir.
- Taban alanı yaklaşık (921,42 / 2)2 =53.063 m²’dir.
- Piramidin yüksekliği 147 metredir.
- Piramidin çevre uzunluğunun, yüksekliğin iki katına bölümü yaklaşık π katsayısını vermektedir. (Taban çevresi / 2 . h = π) Zamanla aşınmalar dikkate alınırsa bu değer kesinlikle π’ye eşittir.
- Piramidin aşınmış haldeki yüksekliği 147 metre olmakla beraber, ilk hali bu değerden bir miktar daha yüksek olduğu tahmin edilmektedir. Bu hususu dikkate aldığımızda piramidin yüksekliği güneşin dünyaya olan uzaklığının milyarda biridir.
- Piramidin dünyanın merkezine olan mesafesi ile kuzey kutbuna olan mesafesi ayrıca kuzey kutbunun da dünyanın merkezine olan mesafesi aynıdır.
- Son yıllarda yapılan tespitlere göre, piramidin bulunduğu alan dünyanın kara kütlesinin merkezinde bulunmaktadır.
- Bu merkezde geçen boylam, dünyanın denizleri ile ana karalarını iki eşit parçaya bölmektedir.
Piramidin Yapım Özellikleri
Piramidin kocaman kütlesinin içerisinde boşluk olarak sadece birkaç oda bulunmakta olup, kendisi içi dolu koca bir taş kütlesidir. Yapılan hesaplamalara göre, toplam ağırlığı 6,3 milyon ton olan, her biri 2,6 tonluk 2,5 milyon taş kullanılmıştır. İnşaatın yapıldığı zaman bütün dış yüzeylerde taş blokların üzeri ince cilalanmış kireç taşı levhaları ile kaplanmıştı. Zamanla bu levhalar bir şekilde yok olmuştur. Nasılsa bazı yerlerde kalmış olan örneklerden görüldüğü üzere bu levhalar yapıda kullanılan taş bloklardan çok daha cüsseli, yaklaşık her biri 10 – 15 ton ağırlığındadır. Birbirleri ile birleşme kenarları o kadar düzgündür ki, aralarına ince bir bıçak girmemektedir. Muhteşem teknoloji ürünü olan bu cüsseli kaplama taşları çoğunlukla M.S. 13 yy.’dan itibaren Araplar tarafından sökülerek cami inşaatlarında ve özel inşaatlarda kullanılmaya başlanmıştır. Eğer bu kaplamalar günümüze kadar korunabilseydi, herhalde bugün o bölgeyi gezen insanlar sadece taş bloklardan ibaret olmayan muhteşem bir mücevheri seyrediyor gibi gerçek piramitleri göreceklerdi
Piramidin girişinden itibaren 105,15 metre boyunda , 1,04 metre eninde ve 1,19 metre yüksekliğinde, 26 derece eğimli bir koridorla dipte kabaca bitirilmiş bir odaya inilmektedir. Bu odanın ne maksatla yapıldığı bilinmemektedir. Bu oda hakkında çok çeşitli tartışmalar vardır. Tünelin girişinden itibaren 18 metre sonra yukarı doğru başka bir koridor başlamaktadır. Bu koridorda 40 metre boyunda ve 26 dereceden daha fazla meyillidir. Bu koridorun sonunda, büyük galeriye girilmektedir. Galerinin hemen ucundan yatay bir koridorla kraliçe odasına gidilmektedir.
Kraliçe odası 5,74 metre boyu , 5,23 metre eni ve 6,22 metre yüksekliği olan küçük bir odadır. Duvarları çok iyi bir işçilikle kireç taşı bloklarından yapılmıştır. Ancak buradaki malzeme ve işçilik kral odası kadar kaliteli değildir.
Kraliçe odası kavşağından itibaren yukarı doğru aşağıdaki koridorun meylinde devam eden galeri ile kral odasına çıkılmaktadır. Galerinin tavan yüksekliği 8,53 metredir. Yan duvar eğimlidir ve tavana doğru daralmaktadır. Büyük galeri diye bilinmektedir. Görünüşü itibari ile çok görkemli ve esrarengiz bir bölümdür. Duvarları kireç taşları ile özenle kaplanmıştır.
Bu büyük galerinin fonksiyonu ve esrarengizliği hakkında çeşitli tartışmalar vardır. Bir rivayete göre, bir taraftan piramit inşaatı yapılırken, bu galeri gökleri incelemek üzere gözlemevi olarak kullanılıyordu. Ama her şeye rağmen bu büyük galerinin sırrı halen çözülmüş değildir.
Büyük galerinin sonunda kral odasına ulaşılmaktadır. Bu odanın inşaatında en üstün teknoloji kullanılmıştır. Boyu 10,46 metre, eni 5,25 metre yüksekliği de 5,81 metredir. Duvarları ve tavanı çok iyi bir işçilikle siyah granitle kaplanmıştır. Duvar ve tavan kaplamasında kullanılan granit bloklarının her biri yaklaşık 30 ton ağırlığındadır. Yüzey polisajları kusursuzdur. Blokların ek yerlerinde harç veya herhangi bir tutucu kullanılmamıştır. Blokların ek yerleri birbiri ile son derece sıkı çakıştırılmış olup, ek yerlerinde bıçak girecek kadar bile bir boşluk yoktur. Granit gibi çok sert devasa bloklar üzerinde bu kadar hassas kesim yapıp, bu kadar hassas bir şekilde montaj yapmak herhalde üstün bir teknoloji ürünü olsa gerek.
Kral odasının ortasında bulunan boş lahitde kırmızı granit kitlesinin içi oyularak açılmıştır. Taş kitlesinden açılmış olan boşluğun köşe açıları, kenarları o kadar düzgündür ki bu işin bazı teknolojik aletler ve enerji kullanılmadan yapılması mümkün görülmüyor. Keza müzelerde bulunan içine bir parmağın dahi zor girdiği vazoların içinin nasıl oyulduğu hakkında hala kimsenin bir fikri yok. Şurası muhakkak ki, Mısırlılar o zamanlar bizim sandığımızdan çok fazlasını biliyorlardı.
Kral odasından piramidin dışına birisi güney yüzeyinden, diğeri de kuzey yüzeyinden olmak üzere iki şaft (kanal) çıkmaktadır.
Keza kraliçe odasından da aynı yüzeylerden iki şaft çıkmaktadır. Ancak kraliçe odasında bu şaftların ağzı taşla kapatılmış olup, piramit yüzeylerindeki çıkışı da bulunamamıştır. Oda içerisindeki uçları açığa çıkarılarak bu şaftlar içerisinde 1993’de Alman Rudolf Gantenbrink tarafından robotlarla çeşitli araştırmalar yapılmış ve kraliçe odasından itibaren 65 metre de kuzey şaftının metal levha ile kapalı olduğu görülmüştür. Bu metal levha aşılamadığı için, metal levhanın arkasında ne olduğunun sırrı halen çözülememiştir. Bu sır belki de çok büyük bir sırdır. Şaftların ebadı 22 x 23 cm²’dir.
1993 yılında Alman Gantenbrink’in yaptığı ölçümlere göre ;
- Kral odası güney şaftının meyli 45º 00? 00? dir.
- Kral odası güney şaftının meyli 32º 28? 00? dir.
- Kraliçe odası güney şaftının meyli 39º 30? 00? dir
- Kraliçe odası kuzey şaftının meyli de güney şaftına yakındır.
Bu değerler ne ifade etmektedir? Robert Bauval ve Adrian Gilbert tarafından yapılan yıldız araştırmalarına göre, M.Ö 2450 civarındaki gök haritalarına göre, bu açılar piramidin güney yüzeyinde Sirius Yıldızını ve Orion kuşağındaki yıldızları göstermektedir. Bu takvimleme bir anlamda da piramidin yapım yılını göstermektedir.
Kuzey yüzeyinde ise küçük ayıyı ve ejderha yıldız kümesindeki Thuban yıldızını işaretlemektedir.
Yapılan yorumlamalara göre bu piramitleri yapan 4. Sülalenin yıldız dinine inanmakta olduklarından ve atalarının da Sirius ve Orion yıldız kümesinden geldiği ve ölen firavunların ruhunun da bu yıldızlara gideceği inancı nedeniyle bu şaftların çok hassas bir hesaplamayla bu yıldızlara hedeflenmiş olduğu söylenmektedir.
Bu şaftların diğer özelliği, yaklaşık günümüzden 4500 yıl önce Mısırlıların astronomi ve matematik bilimlerinin ne kadar ileride olduğunun göstergesi olmasıdır.
Yaklaşık 4500 yıl önce dünyamızın birbirinden çok uzak bölgelerinde, neredeyse hepsi de aynı anda başlayan bu teknolojik gelişmeleri ve devasa, gizemli yapıların yapılmasını bugünün maddeci bilimi ile izah etmek çok zordur. Çeşitli araştırmaların gösterdiği üzere o dönemin insanları, yerçekimi kuvvetini yok edebilme ve doğa güçlerini kullanma yeteneğine sahiptiler. Yani bilim ve inancın birlikte, birbirini dışlamadan el ele çalıştığına dair göstergeler fazlasıyla vardır.
Kaynakça :
• Robert Bauval / Adrian Gilbert
“Tanrıların Evi Orion’da”
• Colin Wilson
“Kayıp Miras Atlantis”
0 Yorum
Yorum Yapın
email adresiniz yayınlanmayacaktır. Lütfen zorunlu alanları doldurunuz *
Yaşar Özkan Hakkında
1932 yılında Nevşehir-Avonos’a bağlı Göynük köyünde doğdu.
İlkokulu köyünde tamamladıktan sonra, 1950 yılında Tophane Sanat Okulundan ve 1955 yılında da o zaman ki adıyla “İstanbul Teknik Okulu” şimdiki “Yıldız Teknik Üniversitesi” Makine Mühendisliği bölümünden mezun oldu.