Dünya'nın Geçmişi
Batılıların Tarihi Saptırmaları
Dünya’nın yazılı tarihi yaklaşık 6000 yıl geriye kadar gider. Bu tarihleri yazanların da genellikle daima kazananlar olduğu, kazanan güçlerin yazarlarının kişisel görüşlerinin de bu tarihlere yansıdığı için, okuduğumuz dünya tarihi gerçeğin ta kendisi değildir.
Söz gelimi, II. Dünya Harbi sonrasının tarihi, harbi kazanan müttefik güçlerin yazarları tarafından yazılmış olduğu için Almanların, Yahudilere yaptıkları mezalim ve fırınlarda yakma olayları ön plana çıkarılmıştır. Eğer II. Cihan Harbinin galibi Almanlar olsa idi ve bu tarih Almanlar tarafından yazılsa idi her şey tersine dönecekti. Belki biz bugün Almanların ne kadar masum, Yahudilerin ne kadar kötü ve bozguncu olduklarını okuyacaktık.
Bu durum Türklerin tarihi için de söz konusudur. Türklerin tarihini genellikle batılılar yazdığı için, Türklerin o asaletli geçmişleri yerine, Türkleri hep barbar ve istilacı olarak göstermişlerdir. Yazılan tarihlerin pek çoğunda gerçekler yerine iki yüzlülük öne çıkmıştır. Yakın tarih sayılan Osmanlılar hakkında pek çok saptırmalar vardır. Osmanlılar 400 sene civarındaki Avrupa istilasında, istila ettikleri ülkelerde adaleti tesis etmelerine, din, dil, ırk ayırımına hiç müdahale etmemelerine rağmen, batılılar halen Osmanlıyı barbar olarak göstermeye devam etmektedirler. 51 sene süren Avrupa Birliği mücadelemizde bile bu yanılgının izlerini görmekteyiz.
Kazım Mirşan’ın kitaplarında ayrıntılı bir şekilde bahsedildiği ve ispat edildiği üzere, dünyada, özellikle Anadolu’da, medeniyeti kuran, pek çok ilkleri başlatanlar Türkler olmasına rağmen Batılılar hep bunları çarpıtıp kendilerine mal etmektedirler. Hâlbuki bu Batılılar ile Türklerin geçmişine baktığımızda bunların yazdıkları tarihin yalan, dolanla dolu olduğunu görürüz. En büyük Türk uzmanlarından Kazım Mirşan’ın tespitlerine göre, Türklerin tarihi 22.000 yıllıktır. Batılılar ise bu tarihi, 2200 yıl olarak gösterirler. Buna mukabil Fransa 1500, İngiltere 1500 ve Almanya 2100 yıllık bir ülkedir. Daha ortada Avrupa diye bir ülkeler grubu yokken, Türkler binlerce yıl evvel medeniyetlerini kurmuşlardır. Türk dili 15.000 yıllıktır. En eski medeniyetlerden sayılan Yunanlıların dili 2700 yıl önceye aittir. Yunanlıların kökeninde Etrüskler yani ön Türkler vardır. Keza Romalıların kökeni de Etrüsklerdir. Ama batı tarihçileri bütün gerçekleri hep saptırmışlar, Etrüskleri kendilerine mal etmeye çalışmışlardır. Halen de saptırmaya devam etmektedirler.
Batılılar, Türkleri hep göçebe diye tarif etmişlerdir. Hâlbuki Türkler göçebe değil yerleşik kavimlerdir. Büyük yerleşim merkezleri ve imparatorluklar kurmuşlardır. Ancak buzul çağı ve benzeri iklim koşulları nedeniyle sık sık göç yaşamışlardır. Yani Türkler göçebe değil, göçmendirler. Batılılar bunu bile saptırmışlardır. Albay James Churchward 70.000 yıl önce Orta Asya’da Uygurların (Türkler) büyük imparatorluk kurduklarını ve buradan Batı Avrupa kıyılarına kadar yayıldıklarını yazar. Batılılar bu gerçeği bile kabul etmeyerek olayı hep saptırmışlar ve bu insanları kendilerine mal etmeye çalışmışlardır.
Zira Anadolu’da M.Ö 5000’lere varan bir Türk varlığı kesindir. Birçok mağarada bulunan kanıtlarla bu ispatlanmıştır. Hâlbuki Batılılar bu tarihi, M.S. 1071’den başlatırlar. Türk tarihçiler Osmanlı tarihini yazmışlar, fakat Türklerin geçmiş tarihini Batılılar kendi çıkarlarına göre, gerçekleri saptırarak yazmışlardır. Maalesef biz bugün geçmişimizi tam olarak bilememekteyiz.
Antik Dönemlerin Kayıtları
Uzak geçmişin tarihi ile ilgili pek çok bilgiyi geçmiş atalarımız kil tabletlere kaydederek günümüze intikalini sağlamıştır. Bu tabletlerin en eskileri MU Tabletleri, Zümrüt Tabletleri, Sümer Tabletleri, Maya ve Mısır Tabletleridir.
MU Tabletlerini araştırmacı Albay James Churchward 1883’de başlayarak 15 yıl süreyle çözmüş ve edindiği bilgileri 4 cilt kitap halinde yayınlamıştır.
Atlantisliler tarafından yazıldığı söylenen Zümrüt Tabletlerinin İskender tarafından bulunan, Hermes’in mezarından çıkarıldığı iddia edilir. Bu tabletlerde dünyanın yaratılış hikâyesi yazılmıştır. Bu tabletlerin Hermes öğretilerine göre yazıldığı ifade edilir. Tabletlerin orijinallerinin İskenderiye Kütüphanesi’nde olduğu, fakat İskenderiye Kütüphanesi’nin ilk dönem Hıristiyanlarınca M.S. 391 yılında yakılması esnasında yok olduğu, ancak bazı bölümlerinin parçalar halinde kurtarılıp saklandığı söylenmektedir.
Sümer Tabletleri ise, araştırmacı yazar Zecharia Sitchin tarafından okunarak detayları 12. Gezegen adlı kitapta neşredilmiştir.
Maya Tabletleri ise, 1921-1923 yıllarında Jeolog William Niven tarafından Meksika’da bulunmuş ve Albay James Churchward tarafından okunarak deşifre edilmiştir. Aralarında binlerce yıl zaman aralığı ve büyük mesafeler olmasına rağmen tabletlerde nakledilen olaylarda büyük bir benzerlik ve tutarlılık vardır. Hepsinde de bir zamanlar Dünya’ya göksel varlıkların gelmiş olduğundan bahseder.
Mezopotamya ve Orta Doğu’da yapılan arkeolojik çalışmalarla bu bölgede var olduğu din kitaplarınca yazılan, fakat hepsi efsane diye inanılmayan birçok antik şehrin kalıntıları ortaya çıkarılmıştır. 120 yıllık bir araştırma süresinde 120 adet kadim şehir kalıntısı bulundu. Bu şehir kalıntılarından da pek çok kil tablet çıkarıldı. Çıkarılan kil tabletlerin tümü yeryüzünün en eski kayıtlarından sayılan Sümer Tabletleri idi. Bu tabletlerin 5800 yaşında olduğu tespit edildi.
Bu Sümer Tabletlerinde yer kürenin milyarlarca yıl önceki hali ile 450 bin yıl önceden itibaren ki hali detaylı bir şekilde anlatılmaktadır. Bu tabletlere göre bizim ırkımız, 200 bin yıldan daha fazla süredir bu dünyada varlığını sürdürmektedir.
Sümer kayıtlarına göre birkaç milyar yıl önce Mars ve Jüpiter arasında, bugünkü asteroid kuşağı dediğimiz yörüngede adı TİAMAT olan bir gezegen vardı. Ayrıca güneş sistemi içerisinde Sümerlilerin Nibiru ve Babillilerin Marduk dedikleri dev bir gezegen daha vardı. Güneş Sistemi’nin diğer bütün gezegenleri kendi yörüngelerinde aynı istikamette dönerken, bu dev gezegen de kendi yörüngesinde diğerlerinin aksi yönde dönmekteydi. Bu dev gezegenin yörüngesi uzayın derinliklerine kadar uzanıyor ve güneş etrafındaki bir turunu 3600 yılda tamamlıyordu. Güneş Sistemine yaklaştığında Mars ve Jüpiter’in yörüngelerinin arasından asteroid kuşağına teğet geçiyor ve diğer gezegenlerin yörüngesini kesiyordu. Bu dev gezegenin geçişlerinden birinde uydularından (aylarından) birisi asteroid kuşağı üzerinde dönmekte olan TİAMAT’la çarpıştı ve TİAMAT’ı (Dünyamızı) ikiye böldü. Sümer kayıtlarının bildirdiğine göre, TİAMAT’ın büyük kütlesi, uydusu ayla beraber Venüs ile Mars arasındaki bugünkü yörüngesine oturdu. Bugünkü Dünyamızı meydana getirdi. TİAMAT’ın geriye kalan yarısı da milyonlarca parçaya ayrılarak zamanımızdaki asteroid kuşağını oluşturdu.
Sümerler gözle görülemeyen bu asteroid kuşağının yerini ve bütün gezegenlerin yörüngelerini, gezegenlerin bu yörüngelerdeki dönüş zamanlarını çok hassas bir şekilde tespit etmişlerdi. Sümerlilerin tespitleri ile bugünkü NASA’nın tespitleri tamamıyla birbirine uymaktadır.
Nefilimlerin Dünya’ya Gelişi ve Faaliyetleri
Sümer kayıtlarına göre, yaklaşık 450 bin yıl önce Nefilimlerin, diğer adıyla Mardukluların gezegenlerinde bazı problemler başladı. Onlarda şuanda bizim Dünya’da yaşadığımız ozon problemi gibi atmosfer sorunu ile karşılaştılar. Bu sorunu halletmek üzere ozon tabakasına, güneşin zararlı ışınlarını filtre etmek üzere altın tozu parçacıkları yerleştirmeye karar verdiler.
Ayrıca Marduk yörüngesi güneşten çok uzak olduğu için, yeterli miktarda güneş ışınını Marduk yüzeyinde tutabilmek için de atmosferin üst katmanlarına konacak olan altın parçacıkları ışığı ve ısıyı Marduk yüzeyine yansıtacak böylece güneşten azami istifade sağlayacaklardı.
Ancak kendi gezegenlerinde yeterli miktarda altın yoktu. Bu altını bir yerlerden temin etmeleri gerekiyordu. Nefilimler, gelişmiş bir toplum olduğu için yaptıkları araştırma sonucunda istedikleri miktardaki altını Dünya’dan temin edeceklerine karar verdiler. O zamanki teknolojilerine göre, kısa sayılabilecek mesafelerde uzay seyahatleri yapabiliyorlardı. Bu nedenle Marduk gezegeni Dünya’ya yaklaşana kadar beklediler. Belirli mesafeye gelince de, takriben 400 bin yıl önce Dünya’ya altın çıkarmak üzere 50 kişilik bir ekip gönderdiler.
Bu ekibin Dünya’ya ilk iniş noktası Mezopotamya’da Dicle ve Fırat Nehirlerinin birleştiği üçgendi. Bu bölgeye ‘Sippar’ adını verdiler. İlk yerleşimlerini ve şehirlerini burada kurdular. Uzay araçları için iniş, kalkış tesislerini inşa ettiler. Bu bölge o zamanlarda petrol bakımından çok zengindi ve petrol yüzeyden akıyordu. Herhangi bir kuyu açmaya gerek olmaksızın yüzey petrolü direk kullanılabilir haldeydi.
Dünya’ya ilk gelen ekibin başı ENKİ idi. Dünya kumandası ona verilmişti. Ancak daha sonra, Nefilimlerin üst mercilerin kararı ile Dünya kumandanlığı için ENLİL Dünya’ya gönderildi. ENLİL, ENKİ’nin kardeşi idi. ENLİL tüm Dünya topraklarından, ENKİ de denizlerden sorumlu oldu. Bu kararlardan memnun olmayan ENKİ ile ENLİL arasında bir husumet ve çekişme ortamı oluştu. İlk gelen ekip Mezopotamya’da yerleşimi sağlayıp, bu bölgede sahip oldukları teknolojik aletler ile altın çıkarmaya başladılar. Daha sonra 50 kişilik kafilelerle başka Nefilimliler de geldi. Dünya’da oluşan bu Nefilimliler topluluğuna Anunnaki adı verildi. Zamanla Dünya’ya gelen Anunnakilerin sayısı 600 kişiyi buldu.
Uzun çalışmalar sonucu Mezopotamya’da yeterince altın bulamadıkları için ekibin büyük bir bölümü Güney Afrika’ya gitti ve orada zengin altın madenleri buldular. Güney Afrika’dan çıkarılan zengin altın cevherleri özel gemilerle Mezopotamya’ya taşınıyor ve orada işlenerek külçe altın haline getirilerek depo ediliyordu. Depo edilen cevherler de her 3600 yılda bir Dünya yörüngesine yaklaşan Marduk Gezegeni’ne taşınıyordu. Nefilimler Dünya’dan pek çok miktarda altın çıkarttılar. Dünya üzerindeki altın çıkartma faaliyetleri 100 – 150 bin yıl sürdü.
İlk başlarda, uzun süre altın çıkarma işinde sadece Anunnaki halkı dediğimiz Nefilimliler çalışıyordu. Zira o dönemde Dünya’da insan diye bir varlık yoktu. Sadece insanımsı primatlar (Homo Erektus) vardı. Nefilimler bunları maden çıkarma işinde kullanamıyorlardı.
Yaklaşık 40 dönem boyunca maden çıkarma işinde, nehir yatakları açılmasında, sulama kanalları inşaatında ve tüm ağır işlerde hep Anunnakiler çalıştı. Çalışma şartları çok ağır ve bezdirici idi. Çok ıstırap çekiyorlardı. Sonunda bu ağır çalışma koşuluna isyan ettiler. Bütün araçlarını ve aletlerini yaktılar. Altın çıkarma işini durdurdular.
Bunun üzerine Marduk Üst Kurulları toplanarak madenlerde ve ağır işlerde Anunnakilerin yerine çalışacak olan bir işçi grubu yaratılmasına ve bunun adına da ADAM - İNSAN denmesine karar verdiler. Sümer Tabletlerine göre, bu olay 200 – 300 bin yıl önce oldu.
Bu operasyonu da, insanımsı primatları (Homo Erektus) kullanarak yapmayı ön gördüler. Zira genetik bilimi ve kimya bilgileri ileri düzeydeydi. Bunun içinde primatların kanını aldılar ve bu kanı önce kil ile sonrada bir Nefilimlinin spermi ile karıştırarak yeni bir yaşam formu yarattılar. Bunu yapmalarının nedeni, primatların DNA’ları ile kendi DNA’larını kullanarak, Dünya’da o zaman var olan primat (Homo Erektus) türünden daha gelişmiş bir ırk yaratıp, onları köle işçiler olarak kullanmaktı. Yani tam olmamakla beraber bir nevi klonlama yaptılar. Ayrıca bu işçiler kısır olacak ve üremeyip, madenlerde ve diğer işlerde çalışarak ölecek, işleri bittiğinde de bu insanlar yok olacaktı. Bu uygulama sonucunda takriben 200- 300 bin yıl önce Homo Sapien insanı ortaya çıktı. Daha sonraları bu yeni ve daha gelişmiş insan türüyle altın çıkarma işine daha verimli bir şekilde devam ettiler. Sümer kayıtlarının belirttiği, altın çıkarılan yerlerde arkeologlar bu altın madenlerinin yerlerini buldular. Bulunan bu maden yataklarının yaşını takriben 100 bin yıl olarak tespit ettiler.
Bu altın madenleri yerin altında 100 metreden daha fazla derinlere gidiyordu. Bu derinliklerde Homo Sapien insanının kemiklerini buldular. Bu kemiklerin yaşının da 20.000 yıl civarı olduğu belirlenmiştir.
Bir iddiaya göre, Nefilimliler tarafından ıslah edilen ilk Homo Sapien insanları Güney Afrika açıklarındaki Gondwanaland isimli adaya yerleştirildiler. (Sonraları bu adanın battığı söylenir) Çünkü oradan başka bir yerlere kaçmaları istenmiyordu. Bu insanlar Gondwanaland Adası’nda 50 - 70 bin yıl kalarak Nefilimlere yararlı olacak kadar evrimleştikten ve çoğaldıktan sonra Afrika’daki madenlere altın çıkarmaya ve başka hizmetleri yapmaya gönderiliyorlardı. Daha sonraları, kadınlarda yaratılarak bu nesil de doğurgan hale geldi. Sümer kayıtlarına göre, Nefilimlerin erkeklerinin boyu, 3 – 5 metre idi. Onların gezegenlerinin güneş çevresindeki turu 3600 yıl sürdüğü için, onların bir yılı bizim 3600 yılımızdı. Dolayısıyla onların yaşam süreleri Dünya insanından çok uzundu. Dünya’ya gelen Nefilimler dev insanlar olmanın yanında, 250 – 300 bin yaşına kadar yaşadılar. Çocukluğumuzdan beri duyduğumuz dev masalları belki de binlerce yıldır ağızdan ağıza nakledile gelen bu kaynaklardan gelmektedir.
Nefilimler Dünya’da, takriben 13.000 yıl önce olduğu tahmin edilen Nuh Tufanına kadar kaldılar. Nuh Tufanının başlaması ile birlikte Dünya’yı terk ettiler.
Yine Sümer kayıtlarında belirtildiği üzere, Nefilimliler Nuh Tufanının olacağını önceden biliyorlardı. Fakat kendilerinden sonra Dünya üzerinde bir insan varlığının kalmasını istemedikleri, aksine yok olmasını istedikleri için bu sırrı insanlara açıklamıyorlardı. Hatta kendi aralarında toplanarak bu sırrı insanlara açıklamamak için yemin etmişlerdi. Kendisine zorla yemin ettirilenlerden birisi de ENKİ idi. Fakat ENLİL’in kardeşi ENKİ insanlara acıyor, onların yok olmasını istemiyordu. Fakat kendisine zorla ettirilen yeminini de bozamıyordu. Kendince buna bir orta yol buldu. Bu sırrı insanların yüzüne karşı söylemeyecek, bir perde arkasından konuşacaktı. ENKİ, aralarında yakın dostluk olan, Şuruppak’ın hükümdarı olan Nuh’u (Utnapiştim’i) tapınağa çağırarak kendisi ile sazdan yapılmış bir perdenin arkasından konuşarak, tufan hakkındaki gizli bilgiyi bildirir. Bu tufanda insanoğlunun tümünün yok olmaması için suda yüzecek bir gemi yapmasını söyler. Buna cevaben Nuh gemi yapmasını bilmediğini ifade eder. ENKİ, Nuh’a yapılacak geminin tarifini yapar, ölçülerini ve nasıl yapılacağını anlatır.
Akkadündca metinlerin anlatımına göre, ENKİ’nin tarifini yaptığı gemi, “üstü ve altı kapalı, etrafı su geçirmeyecek şekilde sert katran ile kaplanmış, güvertesi olmayan” bir gemidir. ENKİ ayrıca geminin dönüp yuvarlanabilen bir gemi olmasını ister. Yani inşa edilen gemi bugüne kadar söylenenler gibi su üzerinde yüzen bir gemi olmayıp, bir denizaltıdır.
ENKİ, Nuh’a bu gemiyi 7 günde yapmasını ve belirlenen canlı çiftlerini içeriye aldıktan sonra, kendisinin de Nefilimlerin Dünya’dan kaçmak için kullanacakları uzay araçlarının kalkıştaki seslerini duyar duymaz gemiye binip kapaklarını kapatmasını tembih eder. Zira onlar tufanın başlayacağı günü ve saati önceden bilmektedirler.
Tufanın olduğu dönem buzul çağının sonudur. Buzul nedeniyle bütün sular çekilmiş, korkunç bir kuraklık ve kıtlık vardır. Bütün yeşillikler kurumuş, insanlar açlıktan ölmektedir. Bununla beraber ENLİL ve grubu insanlara eziyet etmekte ve insanların topluca yok olması için tufanı insanlardan saklamaktadırlar. Nuh’un bu ortamda gemiyi gizlice yapmak imkânı olmadığı gibi sır olması nedeniyle gelecek tufandan kurtulmak için yaptığını da söylemesi söz konusu değildir. Bu nedenle halkına, ENLİL’in gazabından kurtulup, bu diyardan gitmek ve ENKİ’ye sığınmak için bir gemi yapmak zorunda olduğunu söyleyerek, halkını ikna eder ve halkının bir kesiminin yardımı ve çok sıkı çalışması ile gemisini tufan başlamadan önce bitirir. ENKİ’nin verdiği programa göre söylenen günde tufan başlar ve gemi sulara dalar. Bundan sonrası din kitaplarında anlatılan olaylara benzer şekilde gelişir. Tufanın oluş sebebi olarak da Marduk Gezegeni’nin Dünya yörüngesine yaklaşmasıyla meydana gelen büyük çekim gücüyle buzulların büyük parçalar halinde kırılarak suya dönüşmesi gösterilir.
Buraya kadar anlatılanlar Sümer ve Babil Tabletlerindeki kayıtlardır. Nuh Tufanı ile ilgili olanlar eski Tevrat ve İncil’le büyük oranda uyum içinde olup, Kuran’la da farklı ifadelerle de olsa kısmen uyuşmaktadır. Ancak yaratılışla ilgili olanlar, Kuran’la ters düşmektedir. Kuran’da insanı yaratan Allah’tır. Sümer tabletlerine göre ise, bugünkü insan, uzaylı bir ırk tarafından bir nevi klonlama ile ortaya çıkmıştır. Yine Kuran’a göre, Nuh Tufanını Nuh’a haber veren ve gemi yapmasını söyleyen Allah’tır. Buraya kadar anlatılanlar İslam inançlarına uymadığı gibi, benim inançlarıma da uymamaktadır. Ancak, Sümer Tabletlerinde söylenenler bunlardır. Burada benim kişisel yorumum söz konusu değildir. Takdir okuyucularındır.
Dünya Dışı Varlıklar
Mezopotamya’dan Meksika’ya, Meksika’dan Tibet’e, Tibet’ten Hindistan’a ve Mısır’a kadar bir birlerinden çok uzak mesafelerde bulunan bölgelerde ortaya çıkarılan tabletlerden elde edilen bilgilerden ve bu bölgelerde inşa edilen antik yapılardan ve bu yapılardaki işaretlerden anlaşıldığı üzere bunların hepsi de geçmiş zamanlarda göksel varlıkların Dünya’yı ziyaret etmiş olduklarından bahsederler. Diyelim ki bunlar birer efsanedir fakat bu kadar uzak mesafelerdeki insanlar o günün koşullarında nasıl haberleşip birbirinin kopyası olan bu efsaneleri yazıyorlardı. O zamanlar cep telefonu, internet gibi teknoloji ürünleri olmadığına göre bunların hepsinin de ağız birliği ile yazılmış efsaneler olması mümkün değildir. Adı geçen bu ülkelerde binlerce sene önce inşa edilmiş olan dev mabetlerin, binaların, anıtların hepsinin o dönemde insanların olması gereken gelişmişlik seviyesi ile insanlar tarafından nasıl yapılmış olabileceğinin de pek çok kere izahı yapılamamaktadır.
Mısır piramitlerinin ne zaman yapıldığını bilen kimse yok, kimisi M.Ö. 3000 diyor, kimisi M.Ö. 2400 diyor daha birçok tarihleme var. Fakat hiç biri kesin değil. Ayrıca bu anıtsal yapıların yapılış şeklindeki hesaplamalar ve ihtiva ettikleri sırlar tam olarak ortaya çıkarılamamıştır. Keza aynı bölgedeki sfenks daha esrarengizdir. Devasa bloklardan inşa edilmiş olan bu anıtın yaşı hesap edilememektedir. Son araştırmalara göre bunun yaşının en az 10 bin yıl, belki de 15 bin yıl, belki de daha fazla olduğu tahmin ediliyor. Kimse net bir şey söyleyemiyor. Gerek piramitlerdeki, gerekse sfenksteki her biri 2,6 – 10 ton arasındaki blok taşları hangi alet ve teknolojilerle kaldırıldıkları bilinmiyor. Benzer olayları Güney Amerika’da, Tibet’te, Hindistan’da da görüyorsunuz. O dev blokların aralarından jilet dahi geçmeyecek kadar hassas olarak nasıl kesildiği, nasıl taşındığı ve nasıl yerleştirildiği ayrı bir muamma. Dünya üzerinde bunun gibi izah edilemeyen daha pek çok esrarengiz yapılaşmalar var.
Dünya üzerindeki insan varlığının, o zamanki gelişmişlik düzeyini incelediğimizde, sadece insanların bu yapıların planlamasını, hesaplamasını ve inşasını yapabilecek bilgi ve teknolojiye sahip olmaları mümkün görünmüyor. Eğer buna rağmen bu inşaatlar o zamanki insanlar tarafından yapılmış olsa bile, mutlaka bunların bir akıl hocası olması ve başlarında uzman birilerinin bulunması gerekir. Tıpkı ENKİ’nin Nuh’a gemiyi yapmasını öğrettiği gibi.
Bütün bu veriler, antik tabletlerde belirtildiği gibi geçmişte uzaylıların belli sürelerle Dünyamızı ziyaret ettiğini ve Dünya’da faaliyette bulunduklarını gösteriyor. İnsanoğlunun gözümle görmediğime, elimle dokunmadığıma ve mantığıma uymayana inanmam diye bir ön yargısı vardır. Bu saplantılar ne olursa olsun, bizden çok daha gelişmiş başka uzaylıların var olduğu ve bunların Dünya’yı ziyaret ettikleri her gün biraz daha su yüzüne çıkmaya başlıyor.
60 seneden fazla bir zamandan beri, Dünya üzerinde uçuşan UFO’lardan bahsedilir. Bunların resimleri ve filmleri yayınlanır. Kimileri bu UFO’larla temas kurduğunu söyler. Hatta 1947’de Amerika’da bu UFO’lardan birinin düştüğü ve içindeki uzaylıların yakalanıp incelendiği iddia edilirdi. Ama her şeye rağmen bütün bunlar inkâr edilir. Devlet arşivlerinin sır olanlarının belli bir süre açıklanamayacağı ilkesine göre de olayı açığa çıkaracak olan bu belgeler açıklanamazdı. Yakın zamanda saklama süresi dolan bazı UFO belgeleri Amerika ve İngiltere’de açıklanarak UFO’ların varlığı belgelerle de kanıtlandı. Demek ki UFO’lar gerçekmiş. Bazı bilim çevreleri istediği kadar inkâr etmeye devam etsinler.
Dikkat çeken başka bir olay son 15-20 yıldır, uzaylılarla temasta olduğunu ve bu temaslarla, uzaylıların sürekli Dünyalılara mesaj gönderdiğini bildiren ve bu diyaloglarını yazdıkları kitaplarla Dünya’ ya duyuran insan sayısı artmıştır ve gittikçe artmaktadır. Bu kitaplardan en ünlüleri Kryon kitaplarıdır. Şu anda Türkiye’ de dokuz cildi basılmıştır. İçerisinde o kitabı yazan şahsın bilemeyeceği çeşitlilikte ve derinlikte bilgiler vardır. Ancak bazı ifadeler Sümer tabletlerinde olduğu gibi bizim inanç sistemimize aykırıdır. Bu ve buna benzer yayınlar ve çalışmalar çığ gibi büyümektedir. Bunların bir kısmına hayal mahsulü ve ticari eserler gözüyle bakabiliriz. Ancak bu kitapları yazanlar, bu temasların gerçek olduğunda ısrarcıdırlar.
Bu konuda Dünya’nın gelmiş geçmiş en büyük medyumları Nostradamus (1503 – 1566) ile Edgar Cayce (1877 – 1945)’dir. Bu her iki medyumda binlerce kehanette bulunmuş ve bu kehanetlerin pek çoğu da söylendiği şekilde gerçekleşmiştir. Geleceğe dair bildirdikleri kehanetlerin sonuçları da heyecanla beklenmektedir.
Edgar Cayce, yaşamı boyunca 14 bin kehanette bulunmuş ve 1970 yılına kadar bu kehanetlerin 12 bin tanesi gerçekleşmiştir. Gerçekleşen bu 12 bin kehanetten sadece bir tanesi tutmamıştır. Henüz gerçekleşmeyen 2000 kehanetin tümü gelecek içindir. Bekleyip göreceğiz.
Nostradamus, kehanetlerini su yüzeyine bakarak, Edgar Cayce’de uyutularak trans halindeyken söyleyip kayda geçiriyorlardı. Her ikisinin de beyin dalgaları, holografik evrenimizdeki başka dalgalarla rezonansa girerek Dünyamızın geçmişi ve geleceği hakkındaki evrensel bilgilere ulaşmış olabilirler. Yahut da kuantum fiziğinin de teorik olarak olması gerektiğini söylediği başka boyutlardan bilgi alıyor olabilirler veya çok gelişmiş Dünya dışı yaşamların mesajlarına aracılık yapıyor olabilirler. Evrende her şey dalga üzerine kurulu olduğuna göre kuantum fiziği bakımından bunların hepsi de mümkündür. Üstelik bu vasıflara haiz kişilerin pek çoğu da psişik yanı güçlü olan kişilerdir. Sıradan kişilerin harcı değildir.
Sözgelimi Edgar Cayce’de bu psişik güç, daha çok küçük yaşlarda ortaya çıkmış. Altı yaşındayken hastalanmış, komaya girmiş ve köyündeki doktor tüm çabalarına rağmen onu komadan çıkaramamış. Fakat koma halindeyken Edgar Cayce konuşmaya ve şöyle demeye başlamış; “Enseme bir beysbol topu çarptı, özel bir yakı yapın ve enseme kuvvetlice basın. Acele edin, yoksa beyin zarımın zarar görme ihtimali var.” dedikten sonra yapılacak yakının tarifini vermiş. Ailesi söylenenleri harfiyen yerine getirir, akşama doğru Cayce’nin ateşi düşer ve ertesi gün de ayağa kalkar. Daha sonra sorulduğunda komadayken söylediklerinin hiç birini hatırlamıyor ve yakının formülü içi ismini verdiği bitkilerin pek çoğunu tanımıyordu.
Daha sonraları Edgar Cayce yattığı trans uykuları ile felçli insanlar dâhil pek çok insanın iyileşmesini sağlayan tedavi metotlarını ve kullanacakları ilaçların formülünü vererek onların sağlığına kavuşmasını sağladığı gibi Dünyamızın geçmişi ve geleceği hakkında % 99,9’u kesinleşen kehanetlerde bulunmuştur. Edgar Cayce’nin yaptıklarının ve ortaya koyduğu sonuçların bugünün materyalist bilimi ile açıklanması mümkün değildir. Ancak ortadaki sonuçlara bakıldığında da bunları kabul etmeyip inkâr etmek en azıyla hafiflik ve bilmediği konuları bilmediğini kabul etmeme cehaletidir.
Dünya dışı bu temaslar, yukarıdaki örneklerde olduğu gibi kişisel olmanın yanında, bir grup tarafından oluşturulan fakat bu grubun bir habercisi kanalıyla alınan mesajlarla celseler şeklinde de olmaktadır. Bu celseler de, bu toplantıda bulunanların önceden bilmediği, kesin olan bilgiler verilmektedir. Bunlar geçmişe, bugüne ait olduğu gibi geleceğe yönelik bilgileri de içermektedir. Hatta yeraltındaki batık bazı antik yerleşim bölgeleri, mağara ve tüneller hakkında bilgiler verilmektedir. Yapılan incelemelerde bu varlığı söylenen bazı mağara ve tünellerin var olduğu da tespit edilmiştir. Belli zamanlarda olacağı söylenen deprem, yanardağ patlamaları ve bazı tabi afetlerin de çoğunlukla olduğu görülmüştür.
Bu celselerde, haberci ile zihin teması kuranlar, ilahi boyutlardan olduğu gibi, genelde Sirius-B, Akritus, Orion ve Ülker (pleides) yıldız sistemlerinden, Dünya’nın bozulmuş olan enerji dengelerini onarmak ve Dünya yaşamını korumak için yardıma geldiklerini söylemekte ve pek çok tavsiyelerde bulunmaktadırlar. Bu olaylar ülkemizde dâhil, Dünya’nın her yerinde yoğun bir şekilde yaşanmakta ve yaşananlar yeni piyasaya sürülen kitaplarla toplumun bilgisine sunulmaktadır. Yani tabir caizse, sanal ortamda bir ilahi âlem temsilcileri ile uzaylı trafiği yaşanmaktadır.
Eğer antik dönemlerde, Dünyamızda uzaylı ziyaretleri olmuşsa, benzer olaylar şimdi neden olmasın.
Bütün bu olaylara safsata ve uydurma deyip geçenler olduğu gibi, bu temasları ciddiye alıp üzerinde çalışan insanlar da vardır. Herhalde ilerleyen zamanlarda bunlardan hangisinin doğru olduğunu yaşayanlarımız görecektir.
0 Yorum
Yorum Yapın
email adresiniz yayınlanmayacaktır. Lütfen zorunlu alanları doldurunuz *
Yaşar Özkan Hakkında
1932 yılında Nevşehir-Avonos’a bağlı Göynük köyünde doğdu.
İlkokulu köyünde tamamladıktan sonra, 1950 yılında Tophane Sanat Okulundan ve 1955 yılında da o zaman ki adıyla “İstanbul Teknik Okulu” şimdiki “Yıldız Teknik Üniversitesi” Makine Mühendisliği bölümünden mezun oldu.