Korhaber - 08 Ocak 2012
Yaşar Özkan: Bir kaza geçirdim hayatım değişti misali bir an
Yaşar Özkan: “Bir kaza geçirdim hayatım değişti” misali bir anda hayata, yaradılışa, dünyaya bakış ve anlama çabasına yöneldim. |
KORHABER ÖZEL-DURANSEL DOĞAN/ZÜLFİKAR DOĞAN
-Kur’ân-ı Kerim’e merak saldım, defalarca okudum. Sonra Kuantum fiziği, bilim, yaradılış, Tanrı… gördüm ki hiçbir şey bize anlatıldığı gibi değil!
-1955’te mühendis olduğumdan bu yana çalışıyorum. Son 10 yıldır Türkiye’de ihalelere girmiyorum. 50 yıllık müteahhitlik hayatımda şu son dönemdeki ihalelerde gördüm ki biz hiç hesap kitap bilmiyormuşuz!
-Evren’de sanki birisi bir program yapmış, ben de o programın içinde bir robot veya kuklayım. Bunun nedenlerini düşündüm. Bu kitap ortaya çıktı: Tanrı’ya Giden Yolda Karşılaştıklarım!
-Biz ağaca bakıp yeşil görüyoruz. Algılamamız böyle. Karıncanın, arının, sineğinki farklı. Hologramla var olmayan bir şeyi olmuş gibi algılıyor beynimiz. Belki de şu soruyu sormak gerekiyor: Gerçekten var mıyız, sanal mıyız?
Yaşar Özkan, Türk Müteahhitlik sektörünün duayen isimlerinden. Sektörün saygınlık kazanması için yıllardır çabalayan bir kişi. 50 yılı aşkın süredir kendi adını taşıyan Müteahhitlik Şirketi ile Türkiye’de ve Dünya’da pek çok yapıya, esere imzasını atmış. Gerek Türkiye’de, gerekse yurt sışında “ilklerin” ismi olmuş. Türk Müteahhitliği’nin yurt dışına açılmasında da öncü isimlerden birisi. Libya’ya ilk giden müteahhitlerden. Aynı şekilde Rusya’ya da.
80 yılı aşkın yaşam , iş tecrübesi ve birikiminin “imbiğinden” geçirerek bir mühendis-müteahhit için pek de alışık olunmayan bir kitap yazdı:
Tanrı’ya Giden Yolda Karşılaştıklarım: Bilim ve İnanç Birlikte Olabilir mi?
Kitabın içeriği ve Yaşar Özkan’ın bugüne kadar kaleme aldığı makaleler, bir Tanrı ve Bilim arayışının, inançla-bilimin, dinle bilimin birlikteliği üzerine arayışlar. İkisi birbirine ters mi, yoksa özünde “insanı” barındıran her arayışın hedefi tek mi? Kutsal kitapların anlattığı yasaklar-haramlar-günahlar, cehennem yaptırımları ve cennet ödüllerinin amacı ne? İncil, Tevrat ve nihayet Kur’an… Diğer yanda Evren’in sırlarını çözmeye soyunan Kuantum Fiziği, Hologram, Kainatın şaşmayan düzeni.
İşte Yaşar Özkan’ın bu kitabı yazma düşüncesinin içinde doğmasına neden olan da Libya’da geçirdiği çok ağır bir trafik kazası sonrası verdiği uzun süreli yaşam mücadelesi, yaşamda kalma savaşımı sırasında oluşan düşünceler, sorular, sorgular.
Yaşar Özkan diyor ki; Şuradan yola çıktım; geçirdiğim öyle bir trafik kazasıydı ki, hayatta kalmam mucizeden de öteydi. Ancak onun öncesinde, yani kazanın oluşuna kadar yaşadıklarım, o araca binme kararım vb. hepsini düşününce şunu gördüm, sanki birisi bir program yapmış ben de bir robot, bir kukla gibi o programın içinde oynuyorum, oynatılıyorum.
Uzun yıllar süren araştırma, okuma, anlama, öğrenme, yazıya dökme sürecinin sonunda ortaya çıkan ve kısa süre önce okurla buluşan Tanrıya Giden Yolda Karşılaştıklarım’ın öyküsü ve Türkiye, Dünya, Evren, Kainat, Yaratılış, Var oluş, Ölüm vb. konuların yanı sıra ülkesini seven, ülkesi için çabalayan birisi olarak da Yaşar Özkan ile bu söyleşiyi gerçekleştirip, bu saygın ve özgün kişiyi Korhaber okurlarıyla (makalelerinden zaten uzun süredir tanıyorlardı) tanıştıralım istedik.
KORHABER(KH)- Sayın Yaşar Özkan, öncelikle kamuoyu ve iş dünyası sizi yıllardır müteahhit, işadamı kimliğinizle tanıyor. Şimdi ise yazar olarak yeni kitabınızla gündemdesiniz. İş yaşamına ve müteahhitliğe giriş öykünüzü kısaca anlatır mısınız?
YAŞAR ÖZKAN (YÖ)- 1955 YILINDA Yıldız Teknik Üniversitesi Makine Mühendisliği Bölümünden mezun olduktan sonra 2 sene askerlik yaptım. Daha sonra Devlet Su İşleri’ne (DSİ) girdim Mühendis olarak. O zaman yer altı sularının çıkartılması işlerinde görevliydim.
Amerikan yardımı çerçevesinde o tarihlerde yer altı su pompaları geliyordu. Onları kullanıyorduk. 4 sene DSİ’de mühendis olarak bu görevi yaptım. Ülkenin dört bir yanında...
Sonra Rahmetli Necmettin Erbakan, o tarihlerde Pancar Motor’u kurdu. Bu yer altı su pompalarının imalatına giriştiler. İhalede 5 milyon TL’lik o günün parasıyla yer altı su motoru imal işini aldı Pancar Motor.
Ben de kabul heyetindeydim. “Pompalar Hazır” diye haber geldi, gittik. Kabul için testler yapıldı. Kabul testleri üç hafta sürdü. Toplam 65 tane kabul noksanı tespit ettik. Pompaların kabulünü yapmadan döndük.
Aradan bir hafta geçti, müdürüm beni çağırdı. “Erbakan’dan, Pancar Motor’dan telgraf geldi. Tüm noksanları gidermişler, sen hemen git pompalasın kabulünü yap gel” dedi. Ben de “65 noksanın bir haftada giderilmesi mümkün değil. Ben bu kabulü yapmam, ısrar ederseniz de istifa ederim” dedim.
Müdürüm “Siz komünistler zaten böylesiniz. Bu ülkenin yerli sanayi, yerli imalata niye destek vermiyorsunuz?” diye kızdı bana. Ben de odama gittim ve hemen istifa mektubumu yazıp verdim. DSİ’den böylece ayrıldım. O gün DSİ’nin kapısından çıktım ve 50 yılı aşkın müteahhitlik hayatım boyunca da o kapıdan girmedim, DSİ’den de hiç iş almadım, ihalelerine bile girmedim.
KH-Artık işsiz bir mühendissiniz değil mi? Peki müteahhitlik işine nasıl atıldınız?
YÖ-Tabii bir anda işsiz kaldım. Evliyim bir kızım var. İşte şu duvarda gördüğünüz resmi çizen arkadaşın Suphi Özler o tarihte müteahhitlik yapıyor. Ona gittim beni şantiye şefi olarak işe aldı.
Bu arada Suphi Özler’i anmadan geçemem. Çok özel, çok değerli bir insandı. Eğitime, okumaya çok önem ve değer verirdi. Şu duvarda gördüğünüz tabloyu benim bir vesikalık fotoğrafımdan yapmış. Haberim bile yok. Getirip armağan etti. 65 yaşından sonra Bilkent Üniversitesi Resim Bölümü’ne girdi. Resim eğitimi aldı. Çok değerli bir insandı. Bedeni aramızdan ayrıldı ama bu resim bana hep onu yaşatır. Suphi’nin şantiyesinde işe başlarken zaten kafama kendi işimi kurmayı da koymuştum. O nedenle daha işe başladığımda, şantiyeye ilk gittiğimde dedim ki “Altı ay sonra, yani inşaat mevsimi tekrar başladığında beni yok kabul edin. Onlar tabii şaşırdılar ama dediğimi yaptım.” 1962’de kendi şirketimi kurdum, şahıs şirketi olarak. Ulus İşhanı’nda tek odalı bir büro açtım ama para yok, sermaye yok, hiçbir şey yok.
İlk ihalemi de bu sırada aldım. Kastamonu-Araç’ta içmesuyu ihalesi. 7500 TL teminat mektubunu verecek paramda yoktu. Bir arkadaşım yardım etti, teminat mektubunu gönderdi. Araç esnafıyla da tek tek gidip konuştum. İlk istihkakımı alana kadar bana veresiye malzeme verin diye. Güvendiler, demir, çimento tüm gerekli malzemeyi Kastamonu esnafı, Araç esnafı bana yardım etti. Ondan sonrada diğer işler, ihaleler derken bugüne geldik. Yani müteahhitliğe sıfırdan başlamadım, “nâkıs” tan (eksiden) başladım. Sonra Ziraat Bankası’ndan 10 bin TL bir kredi aldım ve işimi böyle yürüttüm, büyüttüm. 1990’a kadar şahıs şirketiydik. Sonra başka ortaklarla Anonim Şirket olduk.
1979’da Libya’ya ilk gidenlerdenim. Libya’da ilk işimiz aldık. 32 senedir Libya’dayız, çok büyük işler yaptık Libya’da hâlâ da şantiyelerimiz var. Ambargo döneminde, Birleşmiş Milletler’in ambargo koyduğu dönemde, ABD saldırılarında, bombardımanda hep Libya’da vardık, işimize çalışmamıza, çok zor şartlarda da olsa devam ettik. Üstlendiğimiz işleri hakkıyla yaptık, bitirdik ve devam ediyoruz. Şu anda Libya’dan başka yerde faaliyetimiz yok.
Şimdi Suudi Arabistan ve Katar’da da ortaklıklar kuruyoruz. Orada temsilcilikler, ofis açtık. Oralardaki işlere de giriyoruz, ihalelerle ilgileniyoruz.
Bir dönem Rusya’da da çalıştık. Orada son teknoloji ile bir Alüminyum Ekstrisyun entegre tesisi kurduk. Rusya’da da 350-400 milyon dolarlık iş yaptık. Rusya biraz zor bir pazar. Sonra biz Rusya’dan çekildik.
TÜRKİYE’DE İHALELERE GİRMİYORUZ
KH- Anlaşıldığı kadarıyla ağırlıkla yurt dışı faaliyetleriniz ön planda. Peki Türkiye’deki projelerle, ihalelerle ilgilenmiyor musunuz? Türkiye’de de çok ciddi altyapı, ulaşım, enerji, konut vb. ihaleler açılıyor.
YÖ-Türkiye’de 10 senedir ihalelere girmiyorum. Geçen sene bir ihaleye girelim dedik. Şunu anladım ki ben 50 yıllık müteahhit olarak, yıllardır dünyada iş yapan, ihalelere giren, şantiyeler kuran birisi olarak demek hâlâ “hesap yapmayı” öğrenememişiz. İhaleye katılan kimi firmalar bizim verdiğimiz fiyatın yarısından da az fiyat verdiler. O işin o fiyata yapılması mümkün değil. Yarım asırdır sektördeyim, hiç adını bile duymadığım firmalar bunlar ve sayıları giderek artıyor.
Türkiye’de müteahhitlik artık çok farklı. Çok farklı bambaşka bir yöne, boyuta doğru gidiyor. O nedenle zaten Türk Müteahhitliği tartışılı hale gelmiş durumda. Hiç bilinmeyen firmalar mantar gibi bitti son yıllarda. Bütün işleri, büyük bölümünü onlar alıyor zaten. Arkalarında kim var, finansmanları, kaynakları nereden onu da bilmiyoruz. O yüzden de dediğim gibi 10 yıldır Türkiye’de ihaleye girmiyoruz.
KH-En azından bundan sonra işlerinizde başarılar dileğiyle kitabınıza gelmek istiyoruz. Kitapta neden böyle bir kitap yazmaya karar verdiğinizi çarpıcı bir öyküyle, bir trafik kazası vesilesiyle anlatıyorsunuz. Sonrasında neler oldu?
YÖ-Kitabı yazarken şundan yola çıktım. Libya’ya gidiyordum, öyle bir trafik kazası geçirdim ki, nasıl sağ çıktığımı ben de bilmiyorum. Çölün karanlığında. İyileşmem, tedavim çok zorlu oldu ve çok uzun sürdü. Hayatta kaldığıma inanamıyordum. Bayağı ağır hasarlar bıraktı bende bu kaza. Yıllarca tedavi oldum.
O süreçte hep şunu düşündüm, sanki birisi bir program yazmış, her şeyi programlamış, planlamış, bir düzene koymuş ben de bir robot, bir kukla gibi o programın içindeyim. Ben hep inançlı bir insan oldum. İnançlı bir insandım ama aşırı, katı, değil. İşte bu olaydan sonra yaratılışa, Kur’an’a merak saldım. Kur’anı okudum, defalarca, derinlemesine okudum. Tefsirleri okudum. Sonra şunu gördüm, Kur’an’da yazılı hiçbir şey bizlere anlatıldığı gibi değil. Çok farklı. Orada yazılan, anlatılan, aktarılanla bize söylenenler, yorumlananlar, yasaklananlar, günah ve haram diye bildirenler ve daha pek çok şey çok farklı.
Mühendisliğimin de verdiği dürtüyle bu kez Kuantum Fiziğine daldım. Baktım ve gördüm ki, Kur’an’daki pek çok şey, anlatılan, iletilen, aktarılan şeyler bilimle bağdaşıyor. Bilimde yeri var. Bilimden önce belki de Kur’an da var. Kuantum Fiziğindeki pek çok şeyi Kur’an da bulabilirsiniz. Nasıl okuduğunuza, anladığınıza bağlı. Zaten Kur’an da bunu söylüyor. Sonra yaratılış konusunu çok okudum, her yerden. Kur’an dan, bilimsel kitaplardan vs.
Öyle Darwincilerin dediği gibi, tek hücreden falan değil. Karıncalar, arılar, sivrisinekler, diğer canlılar. Dolayısıyla Tanrı kavramı çok önemli. Bize hep Tanrı asar, Tanrı keser, Tanrı cezalandırır diye anlatıldı. Nedir? Asma, kesme, cezalandırma, Cehenneme atma, Cennete alma, ödül-ceza sistemi, haramlar sadece içki, sigara, örtünme vb. bunlar mı? Ona bakacak olursanız, başkasının arkasından konuşmakta, haksız kazançta, birisinin hakkını yemekte vb. pek çok şey de yasak, günah ve haram! O zaman?
Sanayi Devrimi’nden sonra bilim hep madde (maddiyat) üzerinde yoğunlaşmış. Maddeye, maddiyata ilgi yoğunlaşıyor. İnsanlık, maneviyat, değerler, sevgi rafa kalkıyor. Bilimin sağladığı gelişmeler, refah yerine, doğayı, dünyayı, insanlığı yok etmek için kullanılıyor.
İnanç, insanda hep merhamet, adalet, duygusu yaratıyor. Kutsal Kitaplara, İncil’e, Tevrat’a, Kur’an’a bakın, hep sosyal adalet, merhamet, doğruluk, sevgi, dostluk, iyilik…Maddeleşmeye bakın, hep kazanç hırsı, kazanç için birilerini, bir şeyleri yok etme hırsı, bunu mübah görme duygusu ön planda.
KH-Bütün bu okuma araştırma, yeniden sorgulama süreci size ne kattı, kitabınıza, makalelerinize nasıl yön verdi?
YÖ-Şimdi kapitalist, liberal bir adam diyebilirsiniz ama öyle değil. Her şey maddeyle, maddeleşmeyle birlikte güvenli olmaya, güvende olmaya, zengin olmaya odaklanmış. Böyle olunca bu madde hırsıyla dünyayı yok ediyoruz. Dünyanın bence en fazla bir nesil ömrü var.
Küresel ısınma, doğa katliamı, kirlilik ABD, Rusya ve Çin tarafından destekleniyor. Bunu hem de bilimsel bir şekilde, bilimi kullanarak yapıyorlar. Dünyanın sonunu hazırlıyorlar. Petrol şirketleri de bunun arkasında. ABD’nin Alaska, Rusya’nın Sibirya ve Çin’in yüksek Kuzey bölgeleri, Küresel ısınma felaketi sonrasında insanlığın yok olmasında kurtarılmış bölgeler olacak. Hayat sadece buralarda kalacak. Bunun hazırlığı yapılıyor. Yani bir kısım ülkeler dünyayı sanki bilerek yok etmeye çalışıyorlar. Belki dünyayı 70-80 yıl içinde yok edip sadece elit bir grup için daha önce söylediğim yerler “yaşanabilir yerler” olarak kalacak.
Maalesef Türkiye de bu politikalara, stratejilere taşeronluk yapıyor. Atmosferi en çok kirleten 61 ülke içerisinde Türkiye 58. Sırada. Bizden sonra İran, Kazakistan geliyor, petrol ülkeleri.
Türkiye’nin bir iklim politikası yok. İklim politikasının olmaması dünyanın sonunu hazırlıyor. Medya bu hayati konulara ilgi duymuyor, yazan-çizen yok. Ben kitabımla, anlattıklarımla, makalelerimle bir yerleri, insanları uyarmaya çalışıyorum. Bahsettiğim bilimsel konular, manevi konular ve yorumlamalar kendi bulduğum, şeyler değil. Ben bilim adamlarının araştırmalarından, elde ettikleri sonuçlardan, kutsal kitaplarda yazılanlardan haberdar etmeye çalışıyorum herkesi. Kitabım ne kadar kişiye ulaşırsa.
KH-Peki kitabınızın devamı gelecek mi, bundan sonrası için bir başka kitap projeniz var mı?
YÖ-Hayır. Devamı gelmeyecek. Çünkü Türkiye’de kimse okumuyor. Buna çok üzülüyorum. Kitabın gelirlerini de insanlar için çaba gösteren bir kuruluşa bağışladım. Yani ticari bir beklentim de yok. Dağıtım konusunda sıkıntılar yaşanıyor. Şu anda internet üzerinden satışta, bir de Ankara’da Dost Kitabevinde, Arkadaş Kitabevinde var. Şimdi dağıtım sorununu çözmeye çabalıyoruz.
KH-Kitabınızın ana fikri Bilimle, İnanç bir arada olamaz mı, olursa ne olur? Bu konuda hangi sonuca vardınız?
YÖ-İnançlı insanlar, bilimle buluşursa yobazlık ortadan kalkar en önemli sonuç, tespitim bu. İnançlı olmak illâda dindar olmak demek değil. Ben de inançlı bir insanım. Ama aşırı dindar değilim. Şunu görüyorum Evrende bir düzen var. Canlılar, insanlar. Başka yerlerde de başka yaşam biçimleri var. Nasıl bir karınca ile bir insan arasında bedensel büyüklük, cesamet anlamında bir uçurum, devasa bir fark varsa, başka yerlerdeki hayatlarla da bizim bildiğimiz, yaşadığımız hayat arasında bir fark var. Biz bu hayatı biliyoruz, başka yerlerde farklı, bizim anlamadığımız yaşam biçimleri, hayat algılamaları olabilir ve var.
Mesela Hologram olmayan bir şeyi varmış gibi gösterebiliyor. En küçük parçada bile bütünü görüyoruz. Tanrı da işte böyle. Milyarlarca, milyarlarca varlığı bütün olarak onda görüyoruz. Maddenin ve maddeye bağlı her şeyin var olmasına neden oluyor.
Her şeyin temeli atom. Atomu kötü amaçla kullanırsanız insanlığı yok edersiniz. İşte her şeyin temeli atom ve bizler ondan müteşekkiliz, o parçacıklardan bütüne varıyoruz, bütün oluyoruz.
Tanrı da Kur’an da demiyor mu: “ Ben sana Şah damarından yakınım!” Bilimle inanç o zaman birleşiyor, buluşuyor, atom her şeyin temeli.
KH-O zaman ölüme inanıyor musunuz, ölümden korkuyor musunuz?
YÖ-Ölüm var ama ölümden korkmuyorum. Çünkü ölüm boyut değiştirme bence. Einstein, Hawking farklı evrenleri keşfettiler. Kurallarını keşfettiler. Dünyada birbirine paralel hayatlar var. Daha önce de söyledim biz evrende var olan tek yaşam biçimi değiliz. O nedenle ruh varlığını koruyor. Bilgisayarı düşünün. Bir bilgisayara enerji vermezseniz, fişini takmazsanız çalışmaz. Elektrik fişine takarsınız, program doğruysa, programı doğru kullanırsanız istediğiniz işleri yapar, sonuçları verir.
İnsana gelince, ruh benim madde bedenime bir enerji veriyor. Tıpkı bilgisayarın fişe takılması gibi. Ruh benim madde bedenime enerji veriyor. Ölünce madde (beden) yok oluyor, maddeye enerji veren ruh (atomlar) duruyor. Dolayısıyla Kur’an da da yazıldığı gibi, Kuantum Fiziği’nin de aktardığı gibi “yeniden dirilme” mümkün. Çünkü tüm bedenler, tek enerji kaynağından (tüm ruhlar) enerjisini alıyor.
Bir de tabii asıl şu var; Biz gerçekten var mıyız? Hologram’ın olmayan bir şeyi varmış gibi gösterdiğini daha önce anlattım. Bir fincanı olmadığı halde varmış gibi görebilirsiniz. Her şeyin gizemi DNA’larda. Oralarda yazılı genetik kodlarda. Yoksa insan bir karınca, sivrisinek ya da arıya göre çok üstün bir varlık değil. Sadece konuşma, konuşabilme farklı kılıyor. Yoksa insan bazı duyularda, algılarda hayvanlardan da geri. Bir köpeğin ses alma, hissetme, depremi felaketi önceden algılama duygusu insanda yok. Bunun gibi pek çok canlının yaratığın, insana göre çok üstün yönleri, yanları var. Biz şunu ağaç olarak ve yeşil olarak algılıyoruz. Gözümüzün retinasına, oradan beyne giden dalgalar ve sınırlı görme açımızla böyle algılıyoruz. Oysa bir arı, bir karınca, bir sivrisinek onu çok daha farklı olarak görüyor. Görme, duyma ve diğer algılarda da böyle. İnsanın da sınırlı algısı var. Yani bana farklı, başka varlıklara farklı görünen, algılanan şeyler söz konusu. Bu noktadan çıkınca da “hayali varlıklar olma ya da gerçekte var olmama” ihtimalimiz yüksek.
KH-Bütün bu anlattıklarınızdan, yazdıklarınızdan yola çıkarsak insanlığın daha güzel, daha mutlu, daha yaşanır bir dünya için ne yapması gerek?
Dünyada lider yok. Sandıktan lider çıkmıyor. O nedenle de inanç ve bilimin dünyayı kurtarmada, insanlığın refahında birleşmesi lâzım. İnançla bilim bir arada olabilir. Küresel ısınma felaketiyle bir nesil sonra insanlık yok olacak. Buzullar eriyecek, kıtaları seller basacak, açlık, kıtlık yüzünden insanlar birbirini yok edecek.
O bahsettiğim üç bölgede (Alaska, Sibirya ve Çin’in Kuzeyi) elit bir grup yaşama devam edecek. Mağara adamı dediğimiz canlılarda böyle. Mağara Adamı diye bir şey yok. İnsanlığın tarihine bakın antik medeniyet dediğimiz medeniyetler her 5 bin yılda bir böyle felaketlerle yok olmuş. Şimdi aynı sürece gidiyoruz. Gelişmiş, ilerlemiş ama madde bağımlılığıyla (maddiyata öncelik verilip, yoğunlaşarak yozlaşmış ve medeniyetler yok olmuş) ortadan kalkmış. Mağara adamı dediğimiz de işte o felaketler sonrası geride kalan elitler. Yoksa adam resim çizmeyi, boya kullanmayı nereden bilecek?
Sadece maddeye yönelmek, yoğunlaşmak dünyayı mahvediyor. İnanca da yönelip merhametli olmayı öğrenmek gerek. O nedenle inançla bilim birbirini tamamlıyor, destekliyor.
Kur’an diyor ki; “anlayarak ve düşünerek oku”, bunun için de okuduğunu anlamak, üzerinde düşünmek lâzım. Bu da ancak Kur’an’ı kendi dilinden okumakla olur. Bu olmayınca birileri Kur’an’da olmayan şeyleri varmış gibi anlatıyor, insanları inandırıyor. Ondan sonra da inancını ya da dindarlığını sorguluyor. Kendince dindarlık ölçüleri koyuyor. Bir sürü şeyi haram günah sınıfına koyuyor. Ona bakarsan çalmak da haram. Ama öyle ki dindarlık gelip, içki, sigara, başını örtme, örtünme, namaza indirgeniyor.
KH-Şu ana kadar kitabınızla ilgili ne gibi tepkiler aldınız? Olumlu ya da olumsuz.
YÖ-Herkes kendi durduğu noktadan bakıyor tabii ki. Ateistler, ya da inancı olmayanlar “Ne diye Kur’an’da yola çıktın, bilimle Kur’anı ne diye bir araya getirmeye, buluşturmaya çalışıyorsun” diye tepki gösteriyorlar. Dindar olanların da bakışı pek farklı değil, onlar da dindarlığın, dinle bilimin buluşturulmasından rahatsız oluyorlar. İnancın her şeyi açıkladığını savunuyorlar. Dolayısıyla iki uca bakınca iki tarafı da tatmin etme şansınız olmuyor. İki uçta TATMİNSİZ! KH- En büyük hayaliniz neydi? YÖ-65 yaşımda işi bırakıp duvarda asılı şu tablodaki adamın yerinde olmak... Ama 81 yaşındayım yine en büyük hayalim, idealim o adamın yerinde olmak...
KH-Görüşlerinizi Korhaber okurları ile paylaştığınız ve sorularımızı yanıtladığınız için çok teşekkür ederiz. Sizin ve kitabınızın yolu açık olsun. Dile getirdiğiniz değerlendirmelerinizin insanlığa ve okurlara ışık olması dileğiyle iş yaşamınızda da sağlık, başarı ve mutluluklar diliyoruz. YÖ-Ben de Korhaber’e teşekkürlerimi sunarım.
Umarım Korhaber okurları da bu söyleşiden kendileri için ışık olacak, yararlı olacak mesajlar çıkartır, ipuçları bulurlar.
Size ve Korhaber’e başarılar. |
Kaynak : http://www.korhaber.com/haber/Hayata-anlam-katan-madde-mi-bilim-mi-inanc-mi/83877
Yaşar Özkan Hakkında
1932 yılında Nevşehir-Avonos’a bağlı Göynük köyünde doğdu.
İlkokulu köyünde tamamladıktan sonra, 1950 yılında Tophane Sanat Okulundan ve 1955 yılında da o zaman ki adıyla “İstanbul Teknik Okulu” şimdiki “Yıldız Teknik Üniversitesi” Makine Mühendisliği bölümünden mezun oldu.